4200 yıl önce yaşanan büyük kuraklık sonucu insanların Mezopotamya havzasını terk ettiği yapılan arkeolojik kazılarla ortaya çıktı. Bu durum ise günümüzde süren susuzluk ve kuraklıkla ilgili değil
İnsanlar, on yıllarca süren kuraklık nedeniyle, Mezopotamya, İndus Vadisi ve daha uzaklardaki kentleri yaklaşık aynı zamanlarda terk etti. Arkeolog Harvey Weiss ve meslektaşları, kuzeydoğu Suriye’de bir alanı kazarken, gömülü bir silt tabakası buldular. Bu tabaka o kadar çoraktı ki, o dönemlerde solucanların iş başında olduğuna dair neredeyse hiçbir kanıt yoktu. Binlerce yıl önce şiddetli bir şey olmuştu, on yıllar boyunca toprağı tozla boğan ve solucanlar için bile yaşanılmaz bir toprak örtüsü bırakan olayın kuraklık olduğu belirlendi.
Karmaşık toplumlar savunmasız
Kuraklık, yaklaşık olarak MÖ 2200’de, Akad İmparatorluğu’nun şu andaki Suriye ve Irak coğrafyasında egemen olduğu dönemde meydana geldi. MÖ 2150’de imparatorluk ortadan kalkmıştı. Merkezi otorite dağılmış ve birçok kişi bölgeyi terk etmişti. Arkeofili’de yayınlanan makalede, etkili bir kuraklık ile Akad İmparatorluğu’nun çöküşü arasındaki denk geliş tesadüf değildi. Yale Üniversitesi’nden arkeolog Weiss ve meslektaşları 1990’ların başında kuraklığın kanıtlarını keşfettiklerinde, ani iklim bozulmasının antik imparatorluğu yıktığını öne sürdüler. Bu örnek, karmaşık toplumların iklim değişikliğine karşı ne kadar savunmasız olabileceğine dair sert bir uyarı niteliğinde.
Toplumsal çöküş
Arkeolog Wels, küresel bir kuraklık ile eşzamanlı olmayan kuraklıklar arasındaki fark önemlidir, çünkü iklim değişikliklerinin kökenlerini anlamak için çıkarımları vardır. Ayrıca tartışma, iklimsel değişimlerin toplumsal bozulmaya neden olup olmadığı ve toplumların çöktüğü söylendiğinde ne anlama geldiği konusunda uzun süredir devam eden antropolojik tartışmalara değiniyor. Binlerce yıl önce gezegenin büyük bir bölümünü onyıllarca süren bir kuraklık sardıysa, bu tekrar olabilir. Bu nedenle araştırmacılar, çok uzun zaman önce bu kuraklık sırasında tam olarak ne olduğunu belirlemenin çok önemli olduğunu söylüyor.
Terk edilmiş şehir
Kuzeydoğu Suriye’de Tell Leilan adlı bir arkeolojik alan, Akad İmparatorluğu döneminde ve öncesinde yüzyıllar boyunca orada gelişen bir şehrin korunmuş kalıntılarını barındırıyor. Weiss ve meslektaşları, 1970’lerin sonlarında orada kazı yapmaya başladılar. 1990’ların başında, Weiss şehrin geçici olarak terk edildiğini fark etti. MÖ 2700-2200 yılları arasında burada insanların yaşadığını ve 300 yıllık bir aradan sonra MÖ 1900 civarında tekrar iskan belirtileri olduğunu söylüyor. Dahası, bunun neden olduğu oldukça açık görünüyordu. Ekip, toprakta Tell Leilan’ın ikliminin MÖ 2200 civarında kuruduğuna ve bu kuraklığın onlarca yıl sürdüğüne dair kanıtlar buldu.
Kutu: Günümüzde kuraklık!
Bilim insaları bugün can yakıcı biçimde gelişen iklim değişimi ve buna bağlı gelişen kuraklığın, kapitalizmin tüm coğrafyalara yayıldığı Sanayi Devrimi’nden günümüze değin geliştiğini ortaya koyuyorlar. Geçmiş bin yıllarda yaşanan iklim değişimlerinin son dönem yaşanan değişimle ilgisi yok. Özellikle kapitalizmin neoliberal politikalarının 1970’lerle birlikte uygulanmaya başlanmasıyla birlikte 200 yılda oluşan ısınmayı 5-10 yıl gibi kısa sürelere indirdi. 1992’de başlayan ve sonrasında yapılan iklim zirvelerinde küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlanması gerektiği yönünde ortaya konan politakalar ise sorunu çözmekten çok uzak. Bugün artık 1,5 derecelik artışta ısınmayı sınırlamak olanaksız olduğu birçok bilim insanınca belirlenirken, 1,5 derecelik artışın durdurulmassının olanaksız olunduğu yönünde uyarılar yapılıyor.
Göçler kitleselleşecek
Küresel ısınmanın durdurulamamasının en temel nedeni kapitalizmin üretim zorunluluklarından kaynaklı. Özellikle Afrika, Orta Amerika ve Mezopotamya coğrafyası bu ısınmanın sonuçlarını can yakıcı biçimde yaşamaya başlarken, 4200 yıl önce yaşanan açlık ve göçlerin kısa bir süre sonra günümüzde de kitleselleşeceğini gösterirken bu kez geri dönüş mümkün olamayacak. Dünya da süren iklim değişimi yakın gelecekte büyük bir gıda sorununa neden olacağı ve küresel boyutta büyük açlıkların ve dolayısıyla kitlesel göçlerin yaşanacağı bilim insanlarının raporlarında yer alıyor. Türkiye’de ise özellikle Kürt coğrafyasında geçtiğimiz yıl yaşanan kuraklık ve suya erişememe sorunu ürün rekoltelerinde yüzde 90’lara varan düşüşleri ortaya çıkarırken, gelecek yıllarda bu sorunların giderek derinleşeceği şimdiden belli.
7 milyar insan susuz kalacak!
Küresel iklim değişimi ile birlikte suyun önemine dönük farkındalık artmaya başlarken, çokuluslu şirketler su krizine göre senaryolar hazzırlayıp kârlılıklarını nasıl koruyabileceklerinin hesabını yapıyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tahminlerine göre dünya da 1,1 milyar insan temiz içme suyundan, 2,4 milyar insan gerekli hijyen koşullarından yoksun ve dünya daki toplam hastane yataklarının yarısı su kaynaklı hastalıklara maruz kalan insanlar tarafından doldurulmaktadır. Günde 6000 çocuk yeterli su bulunamamasından kaynaklanan ve hijyenik olmayan koşullar nedeniyle ölmektedir. Birleşmiş Milletler raporlarına göre, içinde bulunduğumuz yüzyılın yarısında (2050’lerde) dünya nüfusunun 9 milyara ulaşacağı ve 60 ülkede 7 milyar insanın su kıtlığından etkileneceği öngörülürken, başta Mezopotamya havzasına yaşayanlar bu kıtlığı çok daha erken yaşayacak.
Sanayi su ihtiyacı % 400 artacak
Önümüzdeki 30 yıl içinde kapitalizmden çıkılamaması halinde su talebi yüzde 60’a yakın seviyede artış gösterecek. Kapitalist endüstrinin su ihtiyacı ise yüzde 400 civarında artacak. Tüm bu gelişmeler büyük bir su krizinin yaşanacağı yıllara doğru hızla gidildiğini gösterirken, su kıtlığı nedeniyle yaşanacak savaşlar ve göçler yaşamı bugünden çok daha fazla olumsuz etkileyecek. Birçok canlı türünde ise yok olma kitlesel boyutlarda yaşanacak. Petrol savaşlarının yerini su savaşları almaya başlayacak.
Çare özyönetimler
Yaşamı yok oluşa sürükleyen kapitalizmden hızla kurtulmak ve planlı bir üretim süreçlerini başlatmak dışında bu kötü gidişi durdurmak olanaksız görülüyor. Kapitalist devletlere, şirketlere vd. iktidar yapılarına baskı yapılması ve bu yolla ısınmayı önleyecek adımların atılmasına çaba gösterilmesi gerektiği iddiaları ise umutsuzluğu büyütüyor. Kısa vadeli bir sürede halkların kendi özyönetimlerini kurarak; doğayı, toprağı, ormanı ve su havzalarını sermaye ablukasından kurtarması yaşama tutunabilmek için ertelenemez bir zorunluluk.
EKOLOJİ SERVİSİ