Özgür medya DEM Partili vekil Sezai Temelli’nin bir konuşmasını yayınladı.
Bir yazıyı ya da konuşmayı anlamlı ve mükemmel kılan faktör, o yazı ya da konuşmanın içinde okuyanı ya da dinleyeni anında ikna eden somut bir olgu ya da verinin olmasıdır. Sezai Temelli’nin konuşması işte böyle bir konuşmadır. Meselenin bam teline dokunmuştur. Şöyle:
Temelli şöyle dedi: “5 yıl önce silahlanma harcamalarını takip eden Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü (SIPRI) raporu, Türkiye’nin son 40 yılda 3 trilyon doları bu savaşa harcadığını gösteriyordu. Bu rakamın şu anda 4 buçuk trilyon dolara çıktığını söyleyen çalışmalar da var. Çok büyük bir rakam. Dolasıyla bu rakam buraya gitmeseydi bugün bambaşka bir Türkiye ve Ortadoğu olabilirdi.”
4.5 trilyonu saymayı boş verin, onun sıfırlarını bile saymak zordur.
Savaş harcamalarına muhalefet etmek, halk deyimiyle söyleyecek olursam, her babayiğidin kârı değildir. DEM Parti ve onunla aynı gelenekten gelen partiler tüm tarihleri boyunca iktidarların “savaş bütçelerine hayır” demiştir. Bu “hayır” demenin kahramanlık olduğunu anlamak için Karl Liebknecht’in Birinci Dünya Savaşı sürecinde Alman parlamentosunda tek başına savaş bütçesine “hayır” dediğini ve Rosa Luksemburg’la birlikte bu “hayırın” bedelini hayatıyla ödediğini hatırlayalım. O günlerden bugüne çok zaman geçti: Şimdi DEM Parti’nin TBMM grubu çağdaş Rosalar ve Karllarla dolu. Hapisanelerde ise binlercesi var. Partinin tarihinde savaşa hayır diyen sayısız şehidin kimlikleri şeref defterlerinde yazılı.
Bu gerçek karşısında Temelli’nin dile getirdiği akıllara durgunluk veren 4.5 trilyon dolarlık savaş harcamasına geri dönelim.
İnsan ilk bakışta neredeyse yarım yüzyıldır süren Kürt özgürlük hareketiyle savaşta ülke ekonomisini yıkıma sürükleyen böyle bir savaş harcamasına akıl erdiremeyebilir. Çözüm sürecinin de kanıtladığı gibi yıllık 40 milyar doları savaşa yatırmak yerine Öcalan’la yapılan müzakere çözümle sonuçlansaydı, Türkiye bugünkü ekonomik krize yuvarlanmayacaktı.
Acaba Türk devleti bunu hesap edemedi mi? Diyelim ki Erdoğan’ın bu hesaba aklı ermedi. Türk devletinin bütün kurmayları, akademisyenleri de mi toplama çıkarma hesabını unuttu?
Bu olacak şey değil. Hepsi ne yaptıklarının bilincindeydiler. Onlar için harcadıkları bu 4.5 trilyon dolar, savaş harcaması değil, Kürt özgürlük hareketini tasfiye ederek, Ortadoğu petrollerine el koymak için yapılmış bir “yatırımdı”. Yarım yüzyıllık bu “yatırımı”, eğer Kerkük’e, Musul’a, oradan Rojava’ya girerlerse, Mısır’da, Tunus’ta Müslüman Kardeşler’le birlikte Kuzey Afrika’ya sıçrayabilirlerse, birkaç yılda misliyle telafi edeceklerini milimi milimine hesap etmişlerdi. Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitabı onlara ilham vermişti. Bölgede güç merkezi olma yoluyla Avrupa Birliği’ne girebileceklerini, böylece küresel kapitalist dünyada üç-beş devletten biri olacaklarını hayal ettiler.
Karl ve Rosa’dan söz etmiştik ya. Onlar Lenin’in Birinci Dünya Savaşı öncesindeki çizgisini izlediler. Emperyalist savaşta kendi burjuvalarını destekleyen Sosyal Demokratların sosyal şovenizmiyle mücadele ettiler. Emperyalist savaşa karşı her ülkenin proletaryasını “devrimci mücadeleye” çağırdılar.
Şimdi düşünelim. Eğer Kürt özgürlük hareketi, kendi “ulusal çıkarları” adına Türk devletinin bu bölgesel emperyalist savaş politikasına bazı tavizler elde etme karşılığında destek verseydi, savaşçılarını terhis etseydi, “ovada siyaset” yapsaydı, acaba neler olurdu? Hatırlayalım; o yıllarda Erdoğan Rojava’ya henüz açıkça saldırmadan önce, PYD Başkanı Salih Müslim’e Suriye’ye karşı “ittifak” teklif etmiş, onu Ankara’ya çağırmıştı. Kürt özgürlük hareketi bu ittifaka evet deseydi, DAİŞ o anda Şam’a yürüyecekti. Erdoğan da Emevi Camii’nde namaz kılacaktı. Kürtler bu ittifaka, yani sömürgeci burjuvaziyle sınıf işbirliğine evet demediği için, Türkiye DAİŞ’i Kobane’ye yöneltti. Ve işte film de orada koptu. 4.5 trilyonluk “yatırım” o gün Türkiye’yi iflasa sürükledi. Erdoğan iktidarı o günle birlikte savaşı kaybetti.
Ama yenilen pehlivan nasıl güreşe doymazsa, kumarbaz rulet masasında kaybettikçe kazanma hırsından nasıl vazgeçmezse, iktidar da öyle. Trilyonlarca dolar kaybetmiş. Zararı çıkartması şart. İktidar kısır döngüye girmiş bulunuyor. O nedenle bu defa Rusya’yla irtibatlı yayılma stratejisinden vazgeçti, NATO’ya kapılanarak hiç değilse Irak petrollerine ulaşmak için 4.5 trilyon doları 5 trilyona tırmandırma yoluna koyuldu.
Garip şeyler oluyor. Şu son on gün içinde üç Skorsky helikopteri ve birkaç SİHA düşürüldü. Toplam birkaç yüz milyonluk bir kayıp ortaya çıktı. On gün içinde bu kaybın birkaç ay içinde nerelere dayanacağını varın siz hesap edin.
Üstelik bu defa durum vahim. Türk ordusu Irak topraklarında bir kilometre ilerlediği zaman, İran devletine bir kilometre yakınlaşmış oluyor. Az sonra göreceğiz: Havuz medyasında “Şia emperyalizmi” ile ilgili ajitasyon tavan yapacaktır.
Şurası açık değil mi? HPG’ye karşı 4.5 trilyon dolar harcayan devlet, İran’la karşı karşıya geldiği zaman varını yoğunu savaş bütçesine harcayacaktır.
Tabela bu yolun çıkmaz sokak olduğunu gösteriyor. Size hiç kimse ikinci Lozan’ı hediye etmez.
O nedenle DEM Parti savaşa ve savaş bütçelerine hayır diyerek Türkiye’nin biricik yurtsever ve enternasyonalist gücü oluyor.
Temelli ve arkadaşlarının savaş politikasına karşı çabalarını selamlıyorum. İktidar çıkmaz sokakta, onların önündeki yol ise tüm tehlikelere rağmen açık ve barışa, çözüme ve refaha uzanıyor.