Suriye halkının kaderini belirlemek üzere İstanbul’da dörtlü bir zirve toplantısı yapıldı. Bu toplantıda Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Federasyonunu Cumhurbaşkanı Putin, Fransa’yı Cumhurbaşkanı Macron ve Almanya’yı da Başbakan Merkel temsil ettiler. BM üyesi bağımsız bir ülkenin ve devletin iç savaşa sürüklenmesinde her dördü de önemli sorumluluğa sahip ülkeler şimdilerde ülkenin normalleşmesinin kazasız belasız sağlanması için her biri kendi çıkarları ve küresel siyaset beklentileri doğrultusunda pazarlığa oturdular.
Geçen yüzyılda bu tür zirveler veya konferanslar düzenleyenleri ‘Emperyalistler’ olarak tanımlıyorduk.
Bizim açımızdan en önemli gelişme, AKP iktidarı sayesinde Türkiye’nin de o masada, Almanya, Fransa, Rusya Federasyonu ile birlikte kendine yer bulabilmesi. Demek ki bir asır öncesinin ‘Mazlum’ biçareliğinden kurtulmuş, başka ülkelerin geleceğini kendi çıkarı doğrultusunda belirlemeye girişen bir konuma yükselmişiz.
Bunu gerçekleştirirken de başta “Yurtta sulh, cihanda sulh” olmak üzere geçmişin tüm mazlumca söylemlerini arkamızda bırakmışız. Doğaldır, yüz yıl öncesinde olmayan, ama bu gün batı teknolojisi ve sermayesi ile palazlanan ulusal bir silah endüstrisine sahibiz. Mercedes veya BMC gibi şirketler artık ülkemizde sadece otobüs, kamyon değil, zırhlı savaş makineleri de üretiyorlar. Üretim pazar arar. Savaş makineleri ve silah üretenlerin pazarı da çatışma bölgeleridir. Bu yeni dönemin şiarı da koşullara uygun olarak “Yurtta savaş, cihanda savaş” olmak zorunda.
ABD Başkanı silah üreticilerine alan açmak için silahsızlanma sözleşmelerini iptal eder de, Türkiye’nin başkanı geri mi kalır?
Malum olduğu üzere, AKP iktidarı döneminde Türkiye ekonomisinin motor gücü olan inşaat sanayii en büyük atılımını Rusya, Suudi Arabistan, Kuveyt veya Libya gibi ülkelerde aldığı ihalelerle sağlamıştı. Bu kapıların kapanmasından sonra ülke içinde yoğun bir yapılaşma seferberliğinin yaşanmasına tanık olduk. Özellikle deprem riski gerekçesi ile binaların yıkılıp yeniden yapılmasını teşvik eden birçok yasa meclisten geçerek yürürlüğe kondu.
Türkiye zulmün ve mezalimin nimetlerinden yararlanma konusunda engin bir deneyime sahiptir. O yüzden de sıkışan inşaat sermeyesinin imdadına bir kez daha zulümle çözüm bulmak ilk akla gelen oldu. UNESCO denen düzeysizliğin (Zülfü Livaneli’yi kutlamadan geçmeyelim), dünya kültür mirası olarak tanımladığı Sur ilçesini önce dümdüz eden, ardından da Toledo yapması için (Ahmet Davutoğlu’nu ayıplamadan geçmeyelim) TOKİ’ye iş alanı açan bir zihniyetin iktidarında yaşıyoruz. Üstelik bu zulmün getirisi sadece inşaat sahası açmakla sınırlı da değil.
Kentsel dönüşüm projeleri hem inşaat sektörüne alan açmak, hem de sosyopolitik hedefler gözetilerek hayata geçirildi. Ancak tüm bu desteklere rağmen inşaatçılık şu sıralar zor günler geçirmekte. AVM ve rezidans furyası yolun sonuna varmış gibi görünüyor. Diktikleri binalar ellerinde patladı. Bir dönemin anlı şanlı GYO’ları peş peşe iflas açıklamada, konkordato talep etmekteler.
Şehirlerin, kasabaların, köylerin yerle bir edilmesinin sonuçlarından birinin de ülkenin kuruluşundan bu yana istikrarlı bir şekilde sürdürülen nüfus mühendisliğine getirdiği önemli katkı olduğunu görmezden gelemeyiz. Ermeni şehirlerinin Ermenilerden arındırılması zor ile sağlandı. Şimdi aynı zor Kürt şehirlerinin Kürtlerden, özellikle de Alevi Kürtlerden arındırılması için kullanılıyor. Bu operasyonların tarihi sürekliliği kendi içinde çok önemli işaretler barındırıyor. Kenan Evren’in 12 Eylül döneminde ülkeye getirdiği Afgan mültecilerin nerelere yerleştirildiğini unutmamalı. Aynı şekilde günümüzde de kalabalık Sünni Arap aşiretleri Alevi yerleşimlerinin yanı başına iskân ediliyorlar.
Türkiye’de derin akıl, derin siyaset önemli bir yürütme erkidir. İşler kontrolünden çıktığında müdahale etme pratiğine sahiptir. Günümüz iktidarının sahibi konumundaki Cumhurbaşkanı Türkiye’nin yüzeyine hâkim olduğu gibi derin yapısına da hâkim olmayı başarmış bir siyasetçi. Yürütmenin geçmişteki temsilcileri Bülent Ecevit veya Mesut Yılmaz gibi bir amatör değil Erdoğan. MİT onlara yaptığını kendisine yapamaz örneğin. Zaman içinde istihbaratın da, silahlı kuvvetlerin de, Ergenekon çetesinin de dişlerini dökmeyi başaran bir liderden söz ediyoruz.
Esad yönetimi dış güçlerin tezgâhını bozmaya çok yaklaşmış bulunuyor. Yakında Suriye halkları bu yıkımı aşacak çözümleri kendileri üretecek. Bize kalan ise bir komşu ülkenin insanlarının nesiller boyunca hafızalarına kazınacak düşmanlık olacak.