Coğrafyamızda gündem çok hızlı değişiyor. 6 Şubat ve sonrası yaşanan depremlerin ardından, resmi rakamlarla bile on binlerle ifade edilen ölüm sayısı ve milyonlarca insanın barınma ve sağlıklı yaşam hakkından mahrum bırakıldığı bir süreçte, 14 Mayıs seçimleri ve hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar mücadelesinin giderek sertleşmesi, gündemi önemli oranda domine ediyor.
Bu hengame içinde şöyle bir durup dünya genelinde yaşananlara baktığımızda dikkat çekici gelişmelerin olduğunu ifade etmek gerekiyor. Covid 19 salgını sonrasında kapitalist dünya ekonomisinin krizinin derinleştiğine tanık oluyoruz. Krizin derinleşmesine paralel, her sınıf kendi çıkarı açısından konumlanıyor. İşçi sınıfı ve ezilen dünya halkları kendilerine dayatılan çalışma ve yaşam koşullarına itiraz ediyorlar. Bu itiraz, kapitalist merkezlerde Fransa örneğinde olduğu gibi sokakları günlerce tutan eylemlerde olduğu gibi geri bıraktırılmış ülkelerde silahlı direniş mücadelelerinden, kitlesel eylemlere kadar kendini hissettiriyor.
Krizin ağırlığı beraberinde dünya pazarlarına hakimiyet mücadelesi içindeki emperyalistlerin aralarındaki çelişkileri de keskinleştiriyor. Birinci yılını geride bırakan Rusya’nın Ukrayna işgali, bu çelişkinin silahlı çatışmaya evrilmesine işaret ediyor. Ukrayna üzerinden ABD-AB ve Rusya-Çin emperyalistlerinin hakimiyet mücadelesinin, “nükleer silah kullanımı” tehditlerine uzanan boyuta evrildiği bir aşamada, ABD emperyalizmi kendisine yükselen rakip olarak değerlendirdiği Çin emperyalizmine karşı Uzakdoğu Asya’ya yığınak yapıyor. Tayvan sorunu merkezli askeri tatbikatların yanında Filipinler’e askeri üsler kuruyor. Kısaca dünya yeni bir sürece doğru yol alıyor.
Bu gelişmelerin coğrafyamız açısından da belirleyici önemde olduğu açıktır. Ortadoğu’nun emperyalist çelişkilerin merkezinde olduğu düşünüldüğünde ve dahası başta TC devleti olmak üzere bölge gerici devletlerinin emperyalist sermayeyle bağımlılık ilişkileri düşünüldüğünde, bu gelişmelerin önümüzdeki süreçte coğrafyamızı doğrudan etkileyeceği öngörülmelidir.
TC devletinin emperyalist sermayeyle ilişkisi, dahası yüzyıl sonra gelinen aşamada AKP-MHP iktidarı eliyle “bir şirket gibi yönetilen” ekonomisinin durumu ortadır. Cumhuriyet, yüzyıllık tarihinin sonunda iflas etmiş bir şirket gibidir. Yüzyıllık tarihlerinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşarken, milyonlarca insan asgari ücret ve altında bir gelirle yaşamaya mahkum edilmiş, “kuru bir soğana muhtaç” duruma düşürülmüştür.
Türkiye’de ekonominin içinde bulunduğu durum, muhalefetteki burjuva gerici kliğin 14 Mayıs’ta seçimleri kazanma umudunu da artırmış görünmektedir. Halkta oluşan tepkinin iktidar mücadelesinde bir kaldıraç olarak kullanılması hedeflenirken, emperyalist sermayeye de güvence verilmektedir. 14 Mayıs seçimleri öncesinde iktidar ve muhalefet klikleri, “Cumhuriyetin ikinci yüzyılı vizyonu” adı altında kendi cephelerinden yaptıkları açıklamalarla emperyalist sermayeye mesaj vermektedir. Her iki klik de 14 Mayıs sonrasında yukarıda kısaca değindiğimiz emperyalist sermayenin yeni yönelimi doğrultusunda devlet aygıtını kimi nüans farklılıklarıyla konumlandıracaklarını söylemektedirler.
TC devletinin kuruluşu ve yüzyıllık geçmişi değerlendirildiğinde, varlık gerekçesinin, emperyalizmin coğrafyamızda jandarması olarak konumlandığı ve bu amaçla sınır içinde ve dışında gelişen bütün ilerici ve devrimci dinamikleri ezmek olduğu açıktır. Yüzyıllık tarihsel tecrübede bu gerçeğin sayısız örneği vardır. Temelleri Ermeni-Rum-Süryani soykırımıyla atılan, daha kuruluşunun ilk yıllarında Adana-Nusaybin demiryolu işçilerini katleden, Alevi ve Kürt katliamlarıyla devam ettirilen bir tarihsel süreklilikten bahsettiğimiz bilinmektedir.
Dolayısıyla emperyalistlerle işbirliği içindeki yüzyıllık bu devlet gerçekliği ve geleneğinin, emperyalistler arası çelişkinin keskinleşmesi ve yeni sürece paralel şekillenmesi ve kendini konumlandırmaması düşünülemez. TC devletinin mali bakımdan tamamıyla dışa bağımlı bir ekonomik yapıya sahip olduğu ve dahası NATO gibi emperyalist askeri ittifaklarda yer aldığı açıktır ve politik yönelimi de bu gerçeklerden bağımsız değildir. Kimi istisnaların olması tamamen günübirlik çıkarlarla ilgilidir ve asla belirleyici değildir.
Emperyalist sermayenin kapitalist merkezlerde, göstermelik burjuva demokrasisinin bile rafa kaldırıldığı örnekler çoğalırken, yarı sömürge ülkelerde ise katliamlarını ve baskılarını artırdığı görülmektedir. Örneğin ABD emperyalizminin Çin’i çevreleme strateji kapsamında Filipinler’de yeni askeri üsler kurma anlaşmasından hemen önce Filipin Devleti’nin ABD askerlerinin de yer aldığı bir saldırıyla Filipin komünist hareketinin önderlerini işkence ile katletmesi emperyalizmin bu yeni yönelimiyle doğrudan ilgilidir.
Bu yeni yönelimin coğrafyamıza da etki edeceği açıktır. Nitekim TC devletinin bir NATO üyesi olarak Rojava’dan Medya Savunma Alanları’na kadar süregelen saldırganlığını bu yönelim içerisinde değerlendirmek gerekir. Kimyasal ve taktik nükleer silahların da kullanıldığı bu işgal savaşında, temel hedef olarak Kürt ulusal özgürlük hareketinin devrimci dinamiği ezilmek, işbirlikçi Barzani çizgisi hakim kılınmak isteniyor. TC devleti ikinci yüzyılına hazırlanırken Kürt ulusal sorunu bağlamında yapılan açıklamaları bir de bu minvalde değerlendirmek gerekir.
Cumhuriyet ikinci yüzyılına hazırlanırken, vaat edilen baharların Türk-Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan halkımız ve dahası Ortadoğu halkları açısından yeni riskleri içinde barındırdığını görmek, buna göre hazırlanmak ve konumlanmak önemlidir.