31 Mart yaklaşırken hem siyasi partilerde telaş artıyor, hem de kimi partililerde heyecan. Aslında 31 Mart tarihi özellikle iktidara yakın çevrelerde bir hesaplaşmanın da yıldönümü olarak algılanıyor ama bizim üzerinde duracağımız Türkiye halkları için yaşamsal önem taşıyan yerel yönetim seçimleri.
Beş yıl önceki yerel yönetim seçimlerinde partim tarafından Maraş’ta görevlendirildiğim için seçim sürecinde adayları saran heyecanı da, partiler ve partililer arasında dönen dolapları da çok yakından izlemiştim. Tabii seçmen de çoğu zaman bu oyunların içinde yer alıyor ve bazen en “üç kâğıtçı” politikacıya bile şapka çıkarttıracak kıvraklıkların öznesi olabiliyor.
Ben 1950 seçimlerinin tüm kampanyasını, henüz ilkokul birinci sınıfta olmama rağmen hatırlıyorum. Rahmetli babam koyu bir CHP’li ve Bucak Başkanı olduğu için gerek bizim Bucak’ta gerek bağlı köylerde her gelen CHP’li politikacıya refakat etmek durumundaydı ve biz de onları görür, yarım yamalak Türkçemizle anlamaya çalışırdık. Daha sonraki seçimleri ise gerek yerelde, gerek genelde büyük bir ilgiyle izlerdim. Seçimlerde hile olduğu iddia edilmezdi. 1957 Antep seçimlerinde hile olduğu gerekçesiyle Antep’in iki gün boyunca çalkalandığını, ancak İsmet İnönü’nün demeciyle durulduğunu da yakından biliyoruz.
Seçimlerde yasalara aykırı bir biçimde propaganda ilk ve en net biçimde Turgut Özal iktidarı döneminde oldu. Yerel seçimlerde muhalif bir temsili Belediye Başkanı’nın kıpırdayamaz biçimdeki resminin altına, muhalefette olursa böyle eli kolu bağlı iş yapamayacağı, iktidarın nimetlerinden beldesini yararlandıramayacağını anlatan bir ibare yazmışlardı.
Giden geleni aratır derler ya, artık o söz de çok hafif kalıyor. Ölülerin ve seçim çevresinde bulunmayanların da oy kullandığı, muhalif parti müşahit ve sandık kurul üyelerinin sandık alanına jandarma marifetiyle sokulmadığı, milyonlarca mühürsüz ve sahte oyun üstelik YSK marifetiyle geçerli sayıldığı artık herkesçe bilinen bir gerçek olarak görülmektedir.
İş bununla kalsa gene bir şeyler yapılabilir, sandıklara sahip çıkılması için her türlü baskı göze alınır ve saire. Gelinen noktada artık demokrasiden söz etme olanağı da ortadan kalkıyor. Tamamen hukuk dışı bir uygulama ile Kürt kentlerindeki yüze yakın belediye başkanı görevden alınmış, yerlerine kayyım atanmıştır. Bunların büyük bölümü, Belediye ve İl Genel Meclislerin birçok üyesiyle birlikte göz altına alınmış ve halen tutukludur. Bunlardan hiçbiri hakkında yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma ve görevlerinden kaynaklanan herhangi bir suçlama yoktur.
Kayyımlara gelecek olursak durum tam tersi. Gelir gelmez kadın sığınma evlerini, Kürt kültürünü çağrıştıran kurumları kapattılar, bir zamanlar Sayın Erdoğan’ın övgüyle sözünü ettiği Ahmedi Xani’nin, ve diğer Kürt değerlerinin heykellerini yıktılar, park, cadde ve sokak adlarını, Kürtçe, Arapça, Süryanice yön levhalarını değiştirdiler.
Bu kadar da değil, dokuz tanesi, çeşitli suçlamalardan dolayı görevlerinden alındı, yerlerine yenileri atandı. Göreve halen devam edenlerin de kamu mallarını yakınlarına peşkeş ettikleri raporlara, tapu kayıtlarına ve belgelere rağmen haklarında en ufak bir soruşturma yapılmamaktadır. Kendi partilerinden görevden alınanları, herhangi bir suçlama yapmamak için baskıyla ve ağlaya ağlaya istifa ettirip yerine normal prosedüre göre seçimle birini getiriyorlardı. Tabii seçim göstermelik, AKP Genel Başkanı kimi gösterirse o seçiliyordu.
Tabii seçimler yaklaştıkça iktidarın korkusu giderek büyüyor. Kürt düşmanlığı ve bölücülüğe, savaşa dayalı politikalarının sonucu olarak kayyım atadıklarından çok daha fazla belediyeyi kaybedeceklerini anlayan iktidar kanadı, hiçbir demokratik, hatta göstermelik seçim yapılan baskıcı rejimle yönetilen ülkede bile eşine raslanmayacak tehditlere başladı. Seçimlerde istedikleri sonuçları almazlarsa derhal yerlerine kayyım atayacakları tehdidiyle insanları seçim sandığına gitmemeye veya kendilerine oy vermeye zorluyorlar. Bunu yapan ülkeler bile en azından seçimlerden önce sonuçları tanımayacaklarını ilan etmiyorlar. Peki Kürt halkı ve bu iktidardan kurtulmak için bu seçimleri fırsata çevirmek isteyen Türkler, Çerkesler, Çeçenler, Ermeniler, Lazlar, Aleviler, Süryaniler emekçiler, emekliler, emeklilikte yaşa takılanlar (hele onlar, hele onlar, nasıl da kandırıldılar), kadınlar ve gençler bu tehditlere pabuç bırakacaklar mı?
Gerek iktidarın bizzat yaptırdıkları başta olmak üzere anketler, kamuoyu araştırmaları, gerek tüm medya karartmalarına rağmen yansıyan bilgiler gösteriyor ki hiçbir baskı ve kandırmaca, hiçbir yalan propaganda artık hızlanan süreci yavaşlatamayacak, iktidarın freni patlamış kamyon gibi yokuş aşağı batağa saplanmasının önüne geçemeyecek. Hızla yükselen enflasyon, küçülme yolundaki ekonomi ve ekmek, içine girilen kültürel erozyon, yalan haber ve propagandayla önlenemiyor, lafla peynir gemisinin yürümediği gibi.