Komplo sürecinde cezaevlerinde Abdullah Öcalan için ‘ateşten bir çember’ oluşturulduğunu söyleyen 30 yıllık tutsak Fesih Demirci, ‘Önderliği unutturmak, mücadelenin önünü kesmek istiyorlar. Komplo özellikle bu ayaklar üzerinde devam ettirilmek isteniyor. Şu anki çalışma komployu boşa çıkarma üzerine olmalı’ dedi
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye’den çıkarılmasıyla başlayan ve 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmesiyle devam eden uluslararası komploya karşı büyük bir öfkenin açığa çıktığı yerlerin başında cezaevleri geldi.
Tutsaklar, Abdullah Öcalan’ın “imhasının” hedeflendiği komplo sürecinde cezaevlerinde “Güneşimizi Karartamazsınız” eylemlerine başladı. Birçok tutsak, bedenlerini ateşe verdikten sonra hayatını kaybetti.
Cezaevlerindeki direniş, Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiği günden bu yana devam ediyor. En kritik dönemlerde tutsaklar, Abdullah Öcalan’a dönük tecride karşı bedenlerini ortaya koydu.
‘Karanlığa aydınlık olmak lazım’
30 yıllık tutsaklık sonrası tahliye edilen Fesih Demirci, komplo sürecini cezaevinde karşılayan ve kesintisiz mücadeleye katılan isimlerden biri. 1992 yılında Mûş’un Gimgim (Varto) ilçesinde gözaltına alındıktan sonra tutuklanan Demirci, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) “Devletin birlik ve bütünlüğünü bozma” iddiasıyla müebbet hapis cezasına çaptırıldı.
Demirci, sırasıyla Amed, Bartın, Kandıra, Bandırma ve Akhisar cezaevlerinde kaldı. 2021’in Eylül ayında ise, Akhisar T Tipi Cezaevi’nden tahliye edildi. Demirci, komployu Bartın Cezaevi’nde karşıladı.
Komplo sürecinde yaşanan gelişmeleri televizyonlardan takip ettiklerini aktaran Demirci, sürecin en ağır travmasının cezaevlerinde yaşandığını söyledi. Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkması sonrası tüm tutsakların “Ne yapılabilir?” sorusu üzerine kafa yormaya başladığını dile getiren Demirci, “Dışarıda da bir mücadele vardı ama dört duvar arasında bunu hissetmek çok daha derin bir eylem türünü ortaya çıkardı. Zindandaki her arkadaş, komplonun başarıya ulaşmasını engellemek için ‘Biz Önderlik (Abdullah Öcalan) için ne yapabiliriz, zindanlardan nasıl katkı sunabiliriz?’ sorularını yöneltti. Oluşan temel şey ‘Karanlığa küfretmek değil, karanlığa aydınlık olmak lazım’ düşüncesi oldu. En önemlisi de ‘Önderliğin etrafında ateşten bir çember oluşursa, her yerde ve her zeminde savunulabilir, onunla yürünebilir, onun mücadelesine destek olunabilir, mücadelenin bir neferi, çalışanı olunabilir düşüncesi gelişti. Dolayısıyla peş peşe fedai eylemler gelişti” şeklinde konuştu.
‘Dörtlerden kalan gelenek’
“Güneşimizi Karartamazsınız” eylemlerinin cezaevi koşullarında en zor eylemler olduğunu dile getiren Demirci, “Dörtler’den kalan bir geleneğimiz vardı. Dörtler (Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner) kendini yakarak, tarihe büyük bir aydınlık meşalesi bıraktı. Herkes onların izinde yürüdü. Zindanlarda da oluşan düşünce buydu. Önderlik ısrarla ‘Kendinizi yakmak yerine mücadele edin, kişilik kazanın, başka şeyler yapın. Böyle bir eylemi kabul etmiyorum’ diyordu. Buna rağmen Halit Oral arkadaşla başlayan bir fedai eylem gelişti. Zindanlar duyguların en yoğun olduğu yerlerdir. Fakat bu eylemleri sadece duygusallıkla tanımlamak, eylemi anlamamak demektir. Bu eylemin yapılması gerektiği bilincine varılmıştı” dedi.
‘Ben bu şeytanı yeneceğim’
Demirci, komplo sürecinde kaldığı cezaevinde Murat Kaya (18 Ekim), Ali Aydın (20 Ekim) ve Yavuz Güzel’in (30 Kasım) bedenlerini ateşe verdiğini aktardı. Kaya’nın eylemi sonrası Ankara’ya götürüldüğünü ve doktorların Kaya’nın durumuyla ilgilenmediğini söyleyen Demirci, cezaevine döndükten sonra tutsakların Kaya’nın yaralarını iyileştirdiklerini ifade etti.
Demirci, bedenini ateşe veren Aydın’ın henüz 18-19 yaşlarında olduğuna işaret ederek, “Bir günlük tutardı. Kimseye göstermezdi. Şehit düştükten sonra okuduk. Okuması yazması yoktu, zindanda öğrettik. Bir eksiklik yaşadığı zaman günlüğüne, ‘Bugün şeytan bana bir tokat attı’, daha büyük bir hata yaptığında ‘Şeytan bana bir yumruk vurdu, sersemleştim’ yazarmış. İyi bir şey yaptığı zamanlarda da, ‘Ben de bugün şeytana bir yumruk vurdum. Ben bu şeytanı yeneceğim’ diye yazmış. Ali arkadaşın bize gösterdiği şey şuydu: İnsan kendisiyle mücadele ederken, kişilik kazanırken, ilk önce iyi ve kötüyü ayırt etmesi lazım. Kötü olan nedir? Kötü olan bizle yaşayacak ki, iyi yolu bulalım. Zıtlığın felsefesi buna dayanıyor. Birbirini yok etmezler, birbirlerinin varlık gerekçesidirler. O varlık içinde bilincine varan insan kendine yol ve yöntem bulabilir. İdeolojisine, inancına sahip çıkabilir. Özgürlüğün temel tanımında da bir zirvesi yoktur. Özgürlük, yapmak zorunda olduğun şeyin bilincine varıp, o bilince göre yaşamaktır. Aydın arkadaş bunu en iyi temsil eden arkadaşlardan biriydi. O genç yaşında bize en iyi yolu o gösterdi. Şeytanla savaşında vardığı en iyi sonuç, ‘ben Önderlik için bu eylemi gerçekleştireceğim’ sonucuydu” dedi.
‘Herkesin bir şeyler yapabilme gücü vardır’
Aydın’ın böylesi bir eylem yapacaklarını sezdiklerini ve bunun üzerine nöbet tutmaya başladıklarını belirten Demirci, “Fakat bir insan bir şeye karar verdikten sonra mutlaka bir yolunu bulur. Bir gün çok önemli haber vardı. Önderlik, Roma’da tutuklanmıştı, nasıl olacağını kimse bilmiyordu. Televizyon haberleri başladı. Hepimiz meraktayız, pür dikkat orayı dinliyoruz. O anda kendini bizden saklayıp, yemekhane bölümündeki lavabo tarafına geçmiş. Kendini öyle sarıp sarmalamış ki… Kimsenin onu kurtaramayacağı bütün tedbirleri almıştı. Bir anda slogan sesi işittik. Hepimiz oraya doğru koştuk. Lavaboya açılan kapının arkasına bank yerleştirmişti. Zar zor diğer taraftan yetiştik, çıkardık. Ama arkadaş artık şehadetine dakikalar kalan bir süreci yaşıyordu. Ona rağmen hala ‘Bijî Serok Apo’ sloganı atıyordu. O irade, bir insanın Önderlik etrafında kenetlenmek ve komplonun boşa çıkartılması için ne tür bir fedakârlığın gerektiğini bize anlattı. Önderliğimiz için ne yaparsak yapalım azdır. Zaman, mekan hiç önemli değil. Herkesin bir şeyler yapabilme gücü vardır” ifadelerini kullandı.
‘Selam gönderiyordu’
Amedli Yavuz Güzel’in de “Mutlaka yapılacak bir şeyler vardır” mesajı verdiğini dile getiren Demirci, “Onu da Ankara’ya gönderdik ama doktorlar iyileştireceğine şahadetine neden oldular. Onun mektuplarında, ‘İnsanın bağlılığı ve inancı neyi gerektiriyorsa, önüme bir hedef koyarım ve o hedefi gerçekleştirmek için her şeyi yaparım’ yazıyordu. Onu hedefi, Önderliğin bir neferi olmaktı” dedi.
Komplonun her yıl dönümünde cezaevinde çeşitli eylem ve etkinlikler yaptıklarını aktaran Demirci, seminer ve forumlarda komployu tartıştıklarını, bedenini ateşe veren tutsakları andıklarını, çeşitli tiyatrolar oyunları oynadıklarını ve her hafta Abdullah Öcalan’a mektup gönderdiklerini söyledi. Demirci, “İlk önce Önderliğe mektup yazmanın acemiliğini çok yaşadık. Zorlanarak yazdık. Mektupta güncel durumlara dair sorular soruyorduk. Başkan benim gönderdiğim mektupların birinde mektubu aldığını belirterek, selam göndermişti. Hepimize tek tek mektup göndermedi. Bazen selam gönderiyordu. O da bize yeterdi” diye kaydetti.
‘Çalışma komployu boşa çıkarma üzerine olmalı’
Demirci, “Komplo İmralı’da boşa çıkarıldı. Komplonun temel amacı başarıya ulaşmadı” dedi. Temel hedef gerçekleşmese de komplonun günümüzde tecritle sürdürülmek istendiğini belirten Demir, “Bir halkın özgürlük ve mücadele yolu tıkatılmak isteniyor. Önderlik olursa bu mücadelenin nasıl olacağının hesabını yapıyorlar. Konuşmasıyla, söylemleriyle mücadelenin seyrini bambaşka yerlere çevirebileceğini çok iyi biliyorlar. Önderliği çok iyi tanıyorlar ve komplo o çerçevede devam ettiriliyor. 3’üncü Dünya Savaşı, Ortadoğu’da kendini en derin şekilde hissettiriyor. Ortadoğu’daki sorunları en iyi çözümleyen Önderliktir. Bugün konuşması Ortadoğu’daki dengeleri değiştirebilir. Halkı yöneten, iyi analiz eden ve anında çözüm üretebilen bir Önderlik var. Onu konuşturmak istemiyorlar. Önderliği unutturmak, mücadelenin önünü kesmek istiyorlar. Komplo özellikle bu ayaklar üzerinde devam ettirilmek isteniyor. Dolayısıyla şu anki çalışma komployu boşa çıkarma üzerine olmalı” şeklinde konuştu.
‘Çıkışın yolu bu paradigmayı uygulamaktan geçiyor’
Abdullah Öcalan’ın cezaevi sürecinde ortaya koyduğu fikirlerin çözümü içerisinde barındıran bir paradigma olduğunu vurgulayan Demirci, şunları söyledi:
“Böylesi önderler yüz yılda, iki yüz yılda bir gelir. 21’inci yüzyıla damgasını vuran Önderlik, Kürt halkı içerisinde doğmuş, büyümüş ve bugün dünya insanlarına yol gösteren bir manifestosu var. Okuyan herkes buna inanıyor, bunu görüyor. Özellikle Ortadoğu’da çıkışın yolu bu paradigmayı uygulamaktan geçiyor. Bunun için Önderliğin zindanda olması, aslında bizim için yetersiz yoldaşlığın ve dostluğun temel göstergesidir.
Birine tecrit uyguluyorsun ama o tecrit uyguladığın insanın dışarıda fikirleri, düşünceleri ve politikaları olduğu gibi yürüyor. Bir Apo değil, binlerce Apo dışarıda yaşıyor. Şimdi de asli görev budur. Onu uygulama gücü, feraseti, pratiği gelişirse Önderliği orada tutabilmenin onlar için pek bir anlamı kalmaz. Dolayısıyla Önderliğimizi orada tecrit etmede bizim de hatalarımız vardır.
Önderlik için festivaller, konserler yapılıyor. Oralarda öyle bir kalabalık oluşmalı ki herkes halkın Önderlik etrafında kenetlendiğini anlasın. İşte bu, tecridi kıracak temel bir eylem biçimi olacaktır. Böyle bir önderliği biz o zindanlarda tutamayız. Önderliğin oradaki direnişi gerçekten zafer getirecek bir direniştir. O direnişi gösteren Önderliğe laik olmak bizim görevimizdir.”
Haber: Rukiye Adıgüzel\MA