İmralı’da uzun bir süreden sonra 2 Mayıs’ta ilk görüşme oldu, 6 Mayıs’ta açıklandı. İkinci görüşme 22 Mayıs’ta, açıklaması 26 Mayıs’ta gerçekleşti. İlk görüşmenin detayları ile ülkede, yerel/ulusal bazda algılar tepetaklak oldu. İkincisinde ise daha güçlü duygular herkesi ve her yeri sarıp sarmaladı.
İlk görüşme, “Özgürlük Sosyolojisi” ne atfen ‘barış ve savaş hali’ kapsamında mücadelenin yükseltilmesini ifade ediyordu. Suriye konusu merkezde olmak üzere, son dört yıl üzerinden siyasetin neden başarısız olduğunu, siyaseti hala öğrenemediğimiz gerçeği yüzümüze vurulurken, Mem û Zîn üzerinden demokratikleşme sancısının ne olduğu ifade edilmişti. Sayın Öcalan’ın zamanında ‘çok iyi algıladığım’ dediği şey, ‘Türklük fenomeni’dir. Buradan da zamanın ruhuna, kültür ve akıl yolu ulaşmanın hatırlatması yapılırken, zindan sahasının da zihinsel yoldaşlık ekseninde yetkinleşmesi söyleniyordu.
İkinci görüşme ise, Asrın Hukuk’taki avukatların basına verdiği demeçten de anlaşıldığı üzere daha geniş bir içeriğe sahip. Açlık grevleri ve ölüm oruçlarının bitişi başta olmak üzere, Öcalan’ın siyasi etkisinin sınırlarını ifade etmesi açısından da önemli bir gösterge denilebilir. 17.yy İngiltere’sinde Kral Cromwell’ın ölümü sonrası yeni kralın başa geçişi on yıldan uzun sürer. Bu hükümdarsız yani yönetimsiz ara evreye ‘interregnum’ deniyor. Gramsci ise bu tabiri “eskinin sona ermekte olduğu ama yeninin henüz baş göstermediği bir an” olarak ifade eder.
İkinci görüşmeden anladığım tam da böyle bir şey. Bundan ötürü “30-40 gün içinde anlaşılır” denilen şey, hem olabilirliği hem de olamama potansiyeli ile gerçek bir interregnum olarak duruyor. Ve okunan mesajın en dikkat çekici, en önemli kısmı olduğuna şüphe yok. İkinci görüşmede ön plana çıkan başlıkları hatırlamak gerekirse…
Onurlu bir barış ve demokrasinin Türkiye siyasetinin temel değerleri haline gelmesi açısından üzerine düşeni yapacağını belirtiyor. Yine ilkinde olduğu gibi, gerçek anlamda siyaset yapmayı bilen neredeyse kimsenin olmadığını, halka öncülük yapılamadığını, açlık grevlerinin de bu yetersizlik ile ilgili olduğunu, bu bağlamda Gandi siyaset tarzının incelenmesi gerektiğini belirtiyor. Yerel yönetimler konusuna ise hayati denecek eleştiriler geliştirilmiş görünüyor. Özellikle ‘koltuk kapma sosyalizmi’ es geçilmemiş. Bundan anladığım, tabandan demokrasiye vurgudur. Bu gelişmeden herhangi bir şey gelişmez. İkincisi emek verilmeden başta örgütleme sorunları olmak üzere hiçbir bilincin gelişemeyeceği olarak okumak mümkün.
Deleuze, “başkalarının rüyalarına yakalanınca” kendi rüyalarımızı göremediğimizi söyler. Şu an siyaseten durduğumuz nokta, kendi rüyasını gerçekleştirme temposundan uzaklıktır. Bu anlamda siyasete ve demokratik müzakereye, toplumsal barış konularında eksiğimiz ortadadır. Sorun tespit etme değil, eylem sahibi olamamadır. 2015 öncesi bir görüşme notunda Öcalan, olan biteni anlatma ve gelişmeleri doğru temelde yürütememe üzerine bir eleştiride bulunurken, “Dışarıda olsam altı ayda ülkenin altını üstüne getirirdim” diyor. Şimdi bu son iki görüşmeye dair olan bitenlere baktığımızda, bu açıklamaları henüz bilince çıkaramadığımız ortaya çıkıyor. Bilindiği üzere Sayın Öcalan’ın daha önce demokratik ulus perspektifi ile sunduğu 8 boyut vardı. Bu boyutlar hiçbir zaman tam olarak tartışılmadı. Siyasi, Hukuki, Sosyal, Kültürel, Ekolojik, Ekonomik, Diplomatik ve Öz Savunma olarak belirtilen bu boyutlar, bugün nasıl anlaşıldığı bir muamma!
30-40 gün içinde anlaşılır denilen şeye dair henüz sağlıklı ve güçlü tartışmalar oluşturulmadı. Herkes İstanbul seçim gündemi içinde boğulurken, aslolan gözden kaçıyor. Kamuoyu henüz direnişin büyüklüğüne ve gelişmelerin önemine denk düşecek bir ses üretmedi, tartışma yapmadı. Gündem kayması yaşanıyor adeta!
Günler hızla akıyor ve açıklamada ifade edilen, bir aylık sınır çizilen şeyin ne olduğunu, olabileceğini dahi tam tartışmadık gibime geliyor. Çünkü bu sürenin sonunda çok iyi şeyler olabileceği gibi, kötünün kötüsü yeni bir sürece de yelken açılabilir. O halde şu süreçte olabilecek tek şey siyaseten güçlü bir çıkıştır.