Gregoryen Takvimi’ne göre sıradan bir gün olan 24 Nisan, coğrafyamız halkları açısından farklı anlamlar taşır. 24 Nisan 1915, modern tarihin ilk soykırımı olan Ermeni Soykırımı’nın başlangıcı kabul edilir. Bu tarih, Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Paylaşım Savaşı’nda başkent İstanbul’daki Ermeni ulusunun önde gelenlerini tutuklaması ve tehcir etmesi tarihidir. Kuşkusuz daha önce de Osmanlı coğrafyasında Ermeniler ve Müslüman olmayan halklara yönelik kitlesel katliamlar gerçekleştirildi. Ancak 24 Nisan tarihi, Osmanlı’nın yıkılmadan önce İttihat ve Terakki Partisi yönetiminde Alman emperyalizmiyle işbirliği içinde Ermeni ulusuna yönelik bilinçli ve planlı bir yok etme saldırısının başlangıcıydı.
Bu anlamıyla 24 Nisan başta soykırıma maruz kalan Ermeniler olmak üzere kendi anavatanlarında binlerce yıldır yaşayan Müslüman olmayan halkların ortadan kaldırılması tarihinin sembolüyken; dönemin hakim sınıflarının Alman emperyalizmiyle işbirliği içinde Ermeni, Rum ve Süryani Soykırımı’na ortak ettiği başta Türk ve Kürtler olmak üzere coğrafyamız ezilen halkının tarihsel sürecinde etkili oldu. Özellikle coğrafyamız sınıflar mücadelesinin gelişiminde belirleyici bir rol oynadı.
Kuşkusuz aradan bir asır geçmişken soykırım da dahil tarihsel haksızlıkları çözme iddiası bugünün gündemi değildir. Ancak yüz yıl önce yaşanan soykırımın gerçeğinin günümüz hakim sınıflarının ideolojik şekillenişini ortaya çıkardığı, günlük siyasetlerini belirlediği ve dahası kendisine ilerici ve devrimci diyenleri de etkilediğini kabul etmek gerekir. Bu anlamıyla 24 Nisan’ın günümüz sınıflar mücadelesi açısından, Karl Marks’ın 19. yüzyıl Fransa’sındaki sınıf mücadelelerine dair “tüm göçüp gitmiş kuşakların oluşturduğu gelenek, yaşayanların beyinlerine bir kâbus gibi çöker” tespitini de doğrulamaktadır. Geçmişin ölü yükü, günümüz siyasetinde de etkili olmaktadır.
Osmanlı Devleti’nin devamı olarak kurulan TC devleti önce soykırım gerçeğini tarihe havale etti. “Biz değil onlar öldürdü”den “mukatele”ye (karşılıklı katletme) geçildi. Sonra gerçeğin devrimci inatçılığı karşısında “Asılsız Soykırım İddialarıyla Mücadele Koordinasyonu Kurulu” (ASİMKK) kuruldu. Bu çabalar soykırım temeli üzerine kurulan bir devlet örgütlenmesinin alt yapısında soykırıma maruz bırakılanların mal ve servetlerine çökme; üst yapısında ise bu çökme işini meşrulaştırma olarak şekillenmeyle kendini var etmiştir. Aradan yüz yıl geçtikten sonra Ermeni’nin bir küfür olarak savurulmasına, gerçekte bir insanlık suçu olması gereken ırkçı, faşist söylemlerin rahatlıkla söylenebilmesine ve son olarak “kılıç artığı” gibi kavramların kullanılabilmesine kadar yaşananların arka planında 24 Nisan’la doğru bir temelde hesaplaşılamaması belirleyicidir.
Bu tarihte somutlanan, Ermeniler ile başlayan, Rum ve Süryanilerin soykırımıyla sürdürülen süreç, coğrafyamızda Hristiyan inancına mensup ulusların ortadan kaldırılıp, azınlık milliyetler konumuna düşürmekle kalmamış, emperyalizmin yarı sömürgesi olarak kurulan yeni Türk devletinin, yüz yıllık tarihinde hakim ulus milliyetçiliğinin temellerinden birini oluşturmuştur. Türk hakim ulus ve Sünni hakim inanç üzerine kurulan TC devleti; Kürt ulusuna ve hakim inanç dışında kalan Alevi inancına yönelik inkar ve imha siyaseti izlemiştir. Yüz yıllık TC tarihi aynı zamanda katliamlar, pogromlar tarihi olmuştur. Ekonomik altyapı yağma, talan ve çökme üzerinde yükselmekle kalmamış aynı zamanda bunun üzerinde şekillenen ve kendini yeniden üreten bir üst yapı da yaratmıştır.
24 Nisan bu anlamıyla coğrafyamız sınıf mücadelesi açısından da önemli bir yerde durmaktadır. Önemli olması sadece bir ulusun tümden ortadan kaldırılmasında –ki bu önemlidir– değildir. Bu tarih aynı zamanda coğrafyamız sınıf mücadelesinin, devrimci birikim ve deneyimin tasfiye edilmesi anlamına da gelir. Ermeni ulusal mücadelesi ve devrimci örgütlerin mücadelesi bir yana, 1888 gibi oldukça erken bir tarihte K. Marks’ın Kapital’inin İstanbul’da Ermenice çevirisinden bahsedildiği ve kimi girişimlere rağmen ancak 1965’te tam olarak Türkçe baskısı yapılabildiği düşünüldüğünde soykırımın sadece bir ulusu ortadan kaldırmadığı, aynı zamanda coğrafyamızda sınıflar mücadelesini de yüz yıl geriye attığı görülür.
24 Nisan’la devrimci temelde hesaplaşılmaması, günlük siyasette halen etkilerini göstermektedir. Günümüzde Kürtlerin bir ulus olduğu ve Özgürce Ayrılma Hakkı yani ayrı bir devlet kurma hakkı olduğu gerçeğinin görülmemesi bir yana en küçük gündelik talepler bile görmezden gelinmekte dahası tepkiyle karşılanmaktadır. Basit bir örnek olarak, kayyım tarafından gasp edilen Amed Büyükşehir Belediye’nin 31 Mart yerel seçimleri sonrasında ilk icraatlarından birinin “Kürtçe tabelada vergi indirimi” olması, sadece resmi ideoloji savunucularını değil kendine muhalif diyen çevrelerin de tepki göstermesine neden olmuştur. Farklı gerekçelerle bu icraatın “bölücü”lüğüne ve “yanlış”lığına dikkat çekilmiştir.
Ezen ulus milliyetçiliğiyle ezilen ulus milliyetçiliği arasındaki son derece önemli farkı yok sayan ve silikleştiren bu yaklaşım, elbette kabul edilemezdir. Ezilen ulusun ezen ulusun imtiyazlarına karşı mücadelesinin demokratik muhtevasını kabul etmeyen bu türden yaklaşımlar, hakim ulus imtiyazlarının yanında saf tutmaktadırlar. “Her türlü milliyetçiliğe karşı olmak” adına günümüz popüler söylemiyle “Türklük Sözleşmesi”ne bağlı kalmaktadırlar.
Ezilen Kürt ulusunun son derece haklı, meşru ve demokratik bir adımını dahi solculuk, ilericilik adına mahkum edilmesinin tarihsel arka planında 24 Nisan’la devrimci temelde hesaplaşmamak vardır. Bu gerçekleştirilmediği için resmî ideolojiden kopulmamakta ve hakim sınıf siyasetinin yanında saf tutulmaktadır.
Bu anlamıyla 24 Nisan’la devrimci temelde hesaplaşan ve coğrafyamız sınıf mücadelesinin ileri bir mevzisini yine bir 24 Nisan tarihinde kuran İbrahim Kaypakkaya’yı bir kez daha anmak ve devrimci mirasının önemini görmek gerekir.