24 Haziran seçimlerinin gerçekleştiği OHAL şartlarının yarattığı anti-demokratik ortam, HDP ve diğer muhalefet partilerine yönelik baskı ve göz altıları ve özellikle seçim gecesi yaşanan “tuhaf” durumlardan dolayı bu seçim sonuçlarını demokratik bir halk beyanı olarak ele almak bir hayli zor. Maalesef HDP de dahil muhalefet partilerinin seçim güvenliği konusundaki tedbirsizliği ve bilhassa CHP’nin seçim gecesindeki tavrı kafada birçok soru işareti bıraktı.
Bu nedenle seçim sonuçlarına dair konuşurken bildiklerimizin yanında bilmediklerimizin de son derece belirleyici olduğu bir durumdan bahsettiğimizi unutmamak gerekiyor ve resmi olarak açıklanan sonuçlara da bu ihtiyatla bakmakta fayda var. Ancak, oluş(turul)an mevcut sonuç aritmetiği ve sonrasındaki günlerde iktidar cephesinden yapılan bazı açıklamalar bize bundan sonra olacaklara dair bir fikir de veriyor aslında.
Türkiye’de çok partili hayata geçişin yaşandığı 1950’li yıllardan beri %60-65 bandında değişen baskın bir muhafazakâr-Sünni blok var. Tanıl Bora’nın “Türk sağının üç hali” olarak tarif ettiği; milliyetçilik, muhafazakârlık ve Müslümanlıktan müteşekkil olan bu blok seçimler esnasında bazen tek bir parti etrafında konsolide oluyor bazen de birçok parti arasında bölünebiliyor. 24 Haziran seçimlerinde bu bloğun milliyetçi renginin baskın olduğu bir şekilde AKP, MHP ve İyi Parti etrafında toplanarak %63’ün üzerinde oy aldığını görüyoruz.
Sonuçlar, Sünniliğin Osmanlı geleneğinde kurumsallaşan üstünlük fikrine dayalı ayrıcalıklı pozisyonu ile Türklüğün algılanan güvensizliğinin, aşağıdan yukarıya bir beka sendromu yarattığını ve bu sağ blokun 24 Haziran seçimlerinde çimentosunu Türklüğün oluşturduğu bir temsili “beka duvarı” örerek Kürt meselesini tamamen despotik iktidar teknikleriyle çözmeye arzulu olduğunu ortaya koydu ve bu uğurda işe koşulan her türlü şiddeti sahiplendi. Böylece 12 Eylül 1980 darbesi ile ideolojik çerçevesi devlet kurumlarına içrek hale getirilen Türk-İslam sentezinin, AKP-MHP alaşımı ile birlikte devletin yeni kurucu kimliğine dönüştüğünü görüyoruz. Kemalist geleneğin “medenileştirici” Türklüğü, ümmetin “fetihçi” Türklüğüne evrildi.
Sünni-muhafazakâr-Türklük ile Ulusalcı-Kemalist-Türklük bloklarına bir itiraz parantezi olarak beliren HDP’nin “başka Türkiye” davasının ise barajı yıkan bir çekirdeğinin oluştuğunu fakat bir üçüncü blok vasfından hâlâ çok uzakta olduğunu gördük. Bu noktada HDP’nin bu seçim kampanyasında yürüttüğü popülist siyaset üzerine de yeniden düşünmesi elzem. Yeni seçmene odaklı bu popülizmin, partiyi kuruluş gerekçesi olan politik projeden uzaklaştırdığını fakat hedeflenen genişlemeyi de sağlayamadığını gördük. Fakat yine de Kürt kentlerindeki görece düşüşe rağmen Kürt seçmeninin de ne olursa olsun mevcut sağ bloğa karşı büyük oranda Kürt siyasal hareketi etrafında mevzilendiğini söylemek mümkün.
Yeni milliyetçi cephenin önümüzdeki dönemde Kürtlerin örgütlü mücadelesine yönelik 2015-16’daki şiddetin de ötesine geçen bir talan ve yıkım ile çullanacağını söylemenin çok da yanlış bir öngörü olmadığını düşünenlerdenim. Sadece Türkiye’deki Kürt legal alanını değil, aynı zamanda sınır-ötesindeki Kürt kazanımlarını da doğrudan hedef alan topyekûn bir şiddet siyasetinin uygulanacağının sinyalleri daha secim sonuçları kesinleşmeden verilmeye başlandı. Savaş teknolojisindeki devasa yıkıcılaşmaya paralel olarak Kürt bölgesindeki egemenliğini de özellikle altyapı ağını genişleterek büyüten mevcut iktidar, 2023’ün arifesinde Kürtlerin örgütlü hak mücadelesini bitiremese de orta vadede güçlenmesinin önüne geçmek istiyor.
Fakat tarihle sabittir ki baskı ve direniş diyalektiği asla bitmez ve her türlü koşul altında direniş devam eder. Kürtlerin son yüzyıllık mücadele tarihi bile bunu onlarca defalarca kanıtlamıştır. Bu anlamda mesele mücadelenin bittiği değil, ne gibi yeni formlarda üretileceği. Bu noktada HDP, önümüzdeki dönemde mevcut durumda mecliste salt çoğunluğu oluşturan milliyetçi bloğa karşı etkili bir siyaset geliştirmeyi sadece meclis ile sınırlandırmayan, sokaktaki muhalefeti örgütleyen ve mahalledeki gündelik yaşama dahil olabilen yeni bir örgütlenme anlayışı ile hareket ederek toplumsal düzeydeki dayanışma ağlarını yeniden inşa etmeli, güçlendirmeli.