Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçimini “kazandı”. AKP’nin meclisteki tek başına çoğunluğunu kaybettiği; AKP-MHP koalisyonunun Anayasayı değiştirebilecek meclis çoğunluğuna ulaşamadığı bir gerçek. Ama Erdoğan, bütün erkleri “Başkan”da toplayan yeni yönetim rejiminin sağladığı imkanlarla bu “eksiklerini” süreç içinde giderebilir. Kısacası açık faşizme geçiş sürecinin siyasi çerçevesi esas olarak tamamlandı.
Açık faşizmin siyasi merkezini AKP-MHP kolisyonu oluşturuyor. MHP, Gülen’den boşalan yeri doldurma hevesinde. Bahçeli’nin “millet bize denge ve denetim görevi verdi” biçimindeki ifadesindeki “millet”in yerine “CIA ve MOSSAD” yazılırsa, koalisyonun ruhu da ortaya çıkmış olur. Faşizmin onarımında emperyalist merkezin denetimi MHP’nin koalisyondaki (ordu, polis ve adliyedeki) kilit konumuyla sağlanacak.
Bu devrenin ABD emperyalizmince çok yönlü bir biçimde desteklenmesi beklenmelidir. Bu desteğin iç politika açısından en önemli unsurunu ABD’nin Fırat’ın doğusundaki Kürt siyasi varlığına yönelik tasarrufları oluşturacaktır. (Önümüzdeki dönemde, ABD-TC-KDP üçlüsünün, PYD’nin tasfiyesi ve yerine KDP benzeri bir işbirlikçi sömürücü sınıf yapısının geçirilmesi için çok yönlü bir çalışma yürütmesi beklenmelidir.)
Kontrgerillayı onarım planı, demokratik güçlere karşı şiddetli bir saldırı siyaseti üzerinden uygulanacaktır. Erdoğan bunun için elinde topladığı bütün yetkileri tepe tepe kullanacaktır.
****
24 Haziran süreci diktatörlüğe karşı mücadelede sol güçlerin tuttuğu stratejik konumun bir kez daha altını çizdi. Solun geniş yelpazesindeki en bilinçli unsurlar HDP’nin barajı geçmesi için en az %2’lik güçlü bir dayanışma kümesi oluşturdu. Buna karşılık HDP içerisinde yer alan benzer bir küme (yaklaşık %2’lik bir seçmen kitlesi), benzer bir “stratejik oy verme” davranışını Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda İnce’ye oy vererek gösterdi.
Sosyal demokrasi ile Kürt demokratik siyasi hareketi arasında köprü kurarak diktatörlüğün seçim sıçramasını bir ölçüde köstekleyen bu kümeleşme, Haziran İsyanı’ndan 16 Nisan referandumuna ve 24 Haziran seçimlerine uzanan süreçte olgunlaşan özel bir ilerici güç toplulaşması olarak ayırt edilebilmektedir. Bu kitle, Türkiye solunun diktatörlüğe karşı direniş mücadelesinde anahtar konumdadır. Bu kitle faşizme karşı mücadelede işlevsel, gerçekçi politik taktikler etrafında hareket ederek demokratik bir güç merkezi haline gelebilmektedir. Açık faşizme karşı direnişin kitle mücadelesi boyutu, bu kitle temel alınarak üretilebilir.
***
Önümüzdeki dönemde açık faşizmin taktiği faşizme karşı direnecek demokratik güçleri çökertmeye odaklanacaktır. Bu noktada AKP’nin bir türlü nüfuz edemediği büyük kent merkezlerine boyun eğdirmeye yönelik yeni taktikler AKP-MHP işbirliğiyle yürürlüğe sokulacaktır. Bu nedenle ilerici güçlerin kaleleri durumundaki semtlerin AKP-MHP faşizmine karşı direnişin de kalelerine dönüştürülmesi temel bir önemdedir. AKP-MHP faşizmi, bu semtlere yönelik olarak yürürlüğe sokacağı yeni işgal politikalarını önümüzdeki yerel seçimlerde belediye yönetimlerini ele geçirerek taçlandırmaya çalışacaktır. (Bunu başaramadığında CHP’li belediyelere kayyum atama gibi zorbalıklar da beklenmeli). Bu semtlerdeki ilerici güçlerin AKP-MHP koalisyonunun sızma hareketlerine karşı ortak mücadelesinin yaratılması ve bu mücadelenin toplumun bütün ilerici güçlerini buluşturan yerel yönetim programlarıyla taçlandırılması halinde faşizmle halk arasında stratejik denge durumları üretilebilir.
***
Yapılan bütün hilelerin ötesinde seçimlerin genel tablosu, AKP’nin toplumsal dayanağını işçi sınıfının en alt kesimlerinin neoliberal sömürge kapitalizmine eklemleyerek sağladığını bir kez daha gösterdi. CHP’nin ve sosyalist güçlerin işçi sınıfının vasıflı/yüksek vasıflı kesimi içinde belirgin bir üstünlüğe sahip olduğu biliniyor. AKP ve MHP’nin ise işçi sınıfının vasıfsız/yarı vasıflı kesimi içinde belirgin bir üstünlüğe sahip olduğu ortada. 24 Haziran seçimlerine yönelik seçim kampanyasında, İnce’nin “kuantum fiziğine, 16 yeni mesleğe vb.” odaklı söylemiyle birinci gruba, Erdoğan’ın “kek ve çorba” ile ikinci gruba seslenmesi bu gerçeğin bir yansıması. Erdoğan işçi sınıfının en alttaki grubunu, işçi sınıfının vasıflı/yüksek vasıflı kesimlerine karşı kışkırtarak (“kutuplaştırma”) ve bu grubun yoksulluğunu, güvencesizliğini gündelik bağımlılık biçimleri üzerinden bir egemenlik aracı haline getirerek toplumun yoksul çoğunluğunun siyasi bağlılığını elde etmektedir.
Erdoğan, Türkiye tarihinin en büyük işçileştirme sürecini burjuvazi adına yönetebilen tek egemen sınıf politikacısı olarak gerçekten de alternatifsizdir. Solun tek adam diktatörlüğünü yenebilmesi için bu toplumsal bariyeri aşması zorunludur. Bu ise solun, Erdoğan’ın işçi sınıfının en alttaki kesimlerine götürdüğü “işçi sınıfının burjuva siyaseti”nin yerini alacak “işçi sınıfının devrimci alternatiflerini” üretmesi, pratikleştirmesi ve güç haline getirmesiyle mümkündür. Yani bugünkü açık faşizme karşı mücadelenin başarısı, neoliberal ya da neo-korporatist kapitalizme karşı sosyalist içerikteki bir işçi sınıfı çizgisinin hegemonik güç haline getirilmesiyle mümkündür.
Not: Bu yazı eşzamanlı olarak www.sendika.org’da yayınlanmaktadır.