Sayın Erdoğan’ın kaybetmeyi içine sindiremediği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçimleri’nde Yüksek Seçim Kurulu, acımış olacak ki hukuka ve oturmuş seçim geleneklerine taklalar attırarak iptal kararı vermişti. Kendileri Kürt illerinde binlerle oyu iptal ede ede kendi lehlerine yarattıkları iki üç oyla seçim kazandıkları halde “on üç bin gibi küçük farkla seçim mi kazanılır” diyerek YSK’ya bu kararı aldırdı, İstanbul halkı da buna hak verdi, on üç bini az buldu ve 806 bin farkla seçimi bitirdi. Hayret, buna ses çıkarmadılar. Sanırım ses çıkarması halinde farkın daha da yükseleceğinden korktular.
İstanbul seçimleri her ne kadar tamamen hukuk dışı yollarla iptal edilmişse de son derece önemli sonuçlara yol açmıştır yani “hayırlara vesile olmuştur”. YSK kararından sonra seçimlerin boykot edilmesi yolunda düşünce belirtenlerin ne kadar yanıldıkları ortaya çıktı. Öyle bir durmda Cumhur İttifakı, şimdi boş bulduğu meydanda muzaffer bir eda ile dolaşıp hukuksuzluklarını daha da ileri götürüyor olacaktı.
Halkın belini büken ekonomik sıkıntılar, işsizlik, KHK’larla yaratılan mağduriyetlerin iktidar cenahında neden olduğu oy kaybını sık sık yaptırdığı anketlerden de anlayan Erdoğan ve ekibinin (gerçekten var mı?) büyük kayba uğradığı seçimin son derece önemli sonuçları olmuştur.
Öncelikle “Erdoğan kaybedeceği seçimi yapmaz, ne olursa olsun kazanır” düşüncesi yerle bir olmuştur. Erdoğan’ın da seçim kaybedebileceği ve bundan sonra da hep kaybedeceği inancı halkta pekişmiştir. Artık halka tepeden bakanların, kibirin, hakaret dilinin, toplumu kamplara ayırmanın prim yapmadığı, yapmayacağı belli olmuştur.
İkinci olarak içte ve dışta savaş politikalarının tüm hamasi söylemlere rağmen ters tepmekte olduğu görülmektedir.
Üçüncüsü, parti lideri Cumhurbaşkanı’nın devletin tüm imkanlarını kullanarak bir partinin propagandasını yapmasının sonuç vermediğini göstermiştir.
Dördüncü olarak din istismarının ve başta Diyanet İşleri Başkanı olmak üzere din adamlarıyla camide, iftarda, gösterişten başka hiçbir dini değeri olmadığı hadislerle de belirtilmiş teravih namazlarında yapılan propagandaların sonuç vermediği görülmüştür.
Mazbatası elinden alınan Ekrem İmamoğlu’nun ve tüm muhalif partilerden milletvekilleri, belediye başkanları ve her kademeden halkın sandıklara sahip çıkması Cumhur İttifakı’nı ağır bir yenilgiye uğratmıştır.
İstanbul seçiminin en önemli sonuçlarından biri de Kürtlerin Türkiye siyasetinin en etkili ve belirleyici rolünü ortaya çıkarmasıdır.
HDP’nin hiçbir tarafa angaje olmadan demokrasinin güçlenmesi amacıyla ve son derece stratejik bir tavırla aldığı Ekrem İmamoğlu’nun desteklenmesi kararının sonucu belirleyici olduğunun anlaşılması üzerine iktidar cenahı, yıllardır tecride tabi tuttuğu, avukatları ve ailesiyle görüştürmediği Kürt halkının görüşüne önem verdiği sayın Öcalan’ın HDP’nin tarafsızlığının öneminden söz eden ve kararın ancak kendisince verileceğini belirten bir mektubunu çarpıtarak kamuoyuna sızdırmış ve Kürtlerin oyunu ç/almaya çalışmıştır. Ancak bu çarpıtmaya prim vermeyen Kürt halkı, daha büyük bir katılımla demokrasi yolunun açılması amacıyla oy kullanmıştır.
Seçim öncesi HDP, tüm örgütüyle İstanbul’u mekan edinmiş, eş genel başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları ve tüm parti kadrolarıyla seçim çalışmalarına katılmıştır. Yaşına rağmen Mardin Büşükşehir Belediye Başkanı tecrübeli Kürt siyaset adamı Ahmet Türk, seçimden birkaç gün önce İstanbul’a gelmiş ve değişik yerlerde yaptığı salon toplantılarında bu seçimlerde Kürtlerin demokrasi cephesinde yer almalarının önemini anlatmıştır.
Sayın Demirtaş’ın cezaevinden avukatları aracılığıyla gönderdiği ve “bu sefer bağrınıza taş basmadan İmamoğlu’na oy verin” mesajının etkisi son derece büyük olmuştur.
Peki Kürtlerin demokrasi yolundaki bu özverili çabasının Millet İttifakı ve Türk solu nezdindeki karşılığı ne olmuştur?
Gerek CHP Genel Başkanı sayın Kemal Kılıçdaroğlu, gerekse sayın İmamoğlu, Kürtlere ve “HDP seçmenlerine” teşekkür etmişler, ancak HDP’nin kurumsal kimliğiyle yaptıkları ve asıl etkiyi yaratan tavrından söz etmemişler, partiye teşekkür etmeyi akıl (!) edememişlerdir.
Türk solunun bir kesimi, ulusalcı ve ulusolcu takım her zaman Kürtlerin AKP ile işbirliğinden söz etmekte ve bir güvensizlik aşılamaya çalışmaktalar. Aslında gerçek, Kürtlenin en küçük bir statü kazanmalarından duydukları korku ve aşırı paranoyalarıdır.