Seçimlere 2-3 gün kaldı. 23 Haziran İstanbul seçim sürecinde üsluplar biraz değişti derken Tayyip Erdoğan yine bir bomba gibi kendini ortaya attı. Toplumu kutuplaştıran ve gerginliği artıran konuşmalar yaptı. AKP’ye oy vermeyen herkesi düşman ilan etti ve ötekileştirdi. İstanbul seçiminde muhaliflerini 1453 İstanbul’un fethinin rövanşını almak isteyenler olarak suçladı. Bunun gibi birçok şey sıraladı. Muhalifleri düşman ilan etti; İstanbul seçimini farklı görüşlerin siyasi mücadele platformu olarak değil, cepheden savaşan düşmanların yaptıkları muharebe olarak ele aldı. Bu zihniyet Türkiye’nin nasıl bu duruma düşürüldüğünün kanıtı olmaktadır.
Komşuyu komşuya kuşkuyla baktıran; aynı apartman ve sokakta yaşayanların birbirine samimi bir selam veremediği bir toplumsal gerçeklik yaratılmıştır. Böyle bir Türkiye’de ne bireylerin ne de toplumun huzuru olur. Türkiye’de toplumu karşıtlaştırarak, birbirine düşman yaparak siyaset yapan bir siyasi güce neden kaybettirmek gerektiği bir daha anlaşılmış ve netleşmiştir. Bu açıdan İstanbul’da AKP-MHP ittifakına kaybettirmek bugün Türkiye halkların için yapılacak en hayırlı iş olacaktır.
İmamoğlu ile yaptığı televizyon tartışmasında Binali Yıldırım Türkiye içindeki Suriyelilerle ilgili soru sorulduğunda; Afrin benim başbakanlığım zamanında ele geçirildi, şu kadar Suriyeliyi gönderdik; Fırat’ın doğusunu da temizleyip çoğunluğunu göndereceğiz cevabını verdi. Suriyelilere yönelik politikaları Kürtleri yerinden yurdundan edip oralara yerleştirmekmiş! Buna demografyayı, yani nüfus oranını değiştirme temelinde soykırım politikası denilmektedir. Dünyada ağır bir suç olarak görülen bu uygulama Kürtler söz konusu olunca rahatlıkla dillendirilmektedir. AKP iktidarının Kürtlere nasıl yaklaştığı bu söylem ve uygulamalardan açıkça görülmektedir. İşte Kürt’e bu yaklaşım gösterildiğinden İstanbul’da Kürtler AKP ittifakına kaybettirmek için ağır hasta ve yaşlı olsalar da sandığa giderek Binali Yıldırım’ın Afrin benim başbakanlığımda halledildi, yakında Fırat’ın doğusunu da temizleyeceğiz, sözüne tarihi bir cevap vereceklerdir. Binali Yıldırım Kürtlerin can damarına basmıştır. Çünkü şu anda Kürtlere uygulanan soykırım politikasının en bilinen yöntemi olan zoraki göç ve Kürt nüfus oranının azaltılmasının açık savunuculuğunu yapmıştır.
Tayyip Erdoğan Kürtlerin AKP-MHP ittifakına seçim kaybettirmesini teröristlerin İstanbul’u işgal etmesi olarak sunmaya çalışıyor. Kürtlerin İstanbul’un siyasal yaşamında etkili olmasını böyle ele alıyor. Kürtler Tayyip Erdoğan’ın bu yönlü konuşmalarını Kürtlerin 31 Mart seçimlerindeki tutumuna karşı açık düşmanlık yapma olarak görüyorlar. Aslında Tayyip Erdoğan’ın söylemi Kürtlerin ne kadar doğru bir tutum içinde olduğunun açık kanıtı olmaktadır. Artık İstanbul’da ve Türkiye’nin siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel yaşamını belirleyen metropollerde Kürt’ün adı da olacak. En büyük Kürt şehri olarak ifade edilen İstanbul’da Kürtler ilk defa içine atıldıkları soykırım değirmeninde başını kaldırıp var olma iradesi ortaya koyuyor. İstanbul seçimlerinin Kürtler için böyle bir anlamı ve önemi var. Kürtler İstanbul potasında eritilip kimliğinden ve kültüründen uzaklaştırılmak istenirken örgütlü olunduğunda Kürtlerin İstanbul’da etkin bir toplumsal güç olacağı görülmüştür. Kürtler varlıklarını, kimliklerini ortaya koymak ve kendilerinin dikkate alınması sağlamak için büyük bir coşkuyla sandığa gideceklerdir.
Kürtler artık İstanbul’da, İzmir’de, Çukurova’da ve Türkiye genelinde daha fazla değer göreceklerdir. Ötekileştirilmek istenen Kürtler yerellerde diğer topluluklarla buluşacaklar. Özellikle AKP iktidarının kaybettiği ve demokrasi birikiminin en fazla olduğu büyük şehirlerde tabanda buluşma gerçekleşecektir. Merkezi siyasi yapılar bu konularda hala rolünü oynamasalar da tabanda demokratik siyasi ilişki ve ittifak kurulması gerçekleşecektir. Önemli olan da budur. Bu sağlandıktan sonra merkezi siyasi yapıları etkileme de gelişecektir. Bu nedenle Kürtlerin demokrasi güçlerinin en belirgin ve etkin olduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Adana ve Mersin’de AKP iktidarına kaybettirmelerinin ciddi toplumsal ve siyasal sonuçları olacaktır.
Kürtler açısından AKP-MHP iktidarına kaybettirme politikasına bu eksende bakmayanlar yanlış yaklaşım içinde olurlar. Yada demokratik siyasi mücadeleyi üstte yönetimlerin yaptığı siyasi mücadele olarak ele almış olurlar. Bu da siyasi mücadelelere en yanlış bakış olur.
Kürtler AKP-MHP’ye kaybettirme tutumu ortaya koyarken bu politikayı sulandırmak ve saptırmak için CHP şöyle, böyle diyenler HDP’nin politikasını ve Kürt halkının tutumunu anlamayanlardır. Siyasi mücadeleyi AKP-CHP mücadelesi olarak görenlerdir. Bu yaklaşımlar saptırmadır. Halbuki esas siyasi mücadele halkların ve demokrasi güçlerinin faşist politika ve uygulamalara karşı mücadelesidir. Bu açıdan Kürt halkı ve demokrasi güçleri HDP’nin politikalarını çarpıtan, bunu üstte yapılan siyasi politikalar olarak ele alan yaklaşımlara tavır koymalıdırlar. Kürtleri ve demokrasi güçlerini politikasız ve mücadelesiz bırakmak isteyenler sadece ve sadece AKP-MHP ittifakına hizmet ederler. Kürtler bu seçimde sandığa büyük bir coşkuyla gitmelidirler. Kendilerinin yürüttüğü özgürlük ve demokrasi mücadelesinin önemli bir aşaması olarak görmelidirler. Oylarının çok değerli ve anlamlı siyasal sonuç yaratacağını bilerek sandığa koşmalıdırlar. Bu seçimi kendileriyle AKP-MHP ittifakı arasındaki mücadele olarak görmelidirler. İstanbul’daki belediye başkanlığı seçiminin özü, esası ve siyasi anlamı Kürtler için böyledir.