Taksim tartışmalarıyla oyalanan, Saraçhane kumpasıyla sonuçlanan süreç, dönemin gerektirdiği milyonların ev sahipliğindeki 1 Mayıs’ı ıskalatmıştır. Iskalanan, toplumun 31 Mart sonrası yeşeren demokrasi ve özgürlük umudunun 1 Mayıs’ta zirveye taşınmasıydı
Cengiz Çiçek
2024 1 Mayıs’ı birçok açıdan kritik edilmeyi hak ediyor. Hele hele 31 Mart seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı tabloyla bağlantılı düşünüldüğünde 1 Mayıs değerlendirmesi daha da önem kazanıyor. 31 Mart seçimlerinde iktidarın gücü küçülmüş, muhalefetin gücü büyümüşken 1 Mayıs’tan beklenti de bu yeni içeriğe uygun biçimi yaratmaktı. Yaratma cesareti, bütün bir şehrin, şehrin tarihinin, kültürünün ve direnme geleneğinin tüm sokaklarında açığa çıktığı Van serhıldanını da bir seçim sonucu olarak arkasına almışken, direnişin yeni kutup yıldızlarını açığa çıkarmışken, bayrağı aşağıya indirmemek, özgürlüğe susamış milyonların en büyük beklentisiydi. Van’da direnişin bayrağı gece yıldızlara, gündüz bulutlara kadar yükselmişti. 1 Mayıs tertipçilerinden olan, muhalefetin toplumsal parçası sendika konfederasyonlarından da beklenti bundan azade ne olabilirdi? Beklenti, 1 Mayıs’ta faşizme çelme atmış muhalefetin yeni halinin bayraklarını yan yana göklerde dalgalandırma maharetini, cesaretini göstermeleriydi.
1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması kararı kendi içinde meşru ve tarihsel mücadele kodlarımıza gönderme yapması açısından elbette ki anlamlı ve değerliydi. Ancak Taksim kararını genelde akamete uğratan, Emek ve Özgürlük güçlerinin tam da dönemin gerekliliği olan ortak mücadele fikrinin bir sonucu olarak kitlelerle, sınıfla sınırlı ilişki kurabilme haliydi. Taksim kararını, kararlılığa dönüştürmeyen de geçen süre zarfında toplumsal bir gücün tahkim edilememesiydi. Son tahlilde Saraçhane-Beşiktaş formülasyonu ve DİSK-CHP’nin başını çektiği Saraçhane kolunun son günde Taksim’e gitmekten ziyade Saraçhane’de bir miting yapacağının anlaşılması, Taksim’in tırnak içinde bir kararlılık olduğunun da ilanı oldu.
DİSK-CHP dışındaki yapıların bu hülleyi görememeleri ya da görseler bile zamanında gerekli alternatifleri üretememesi, üretme iradesindeki zayıflıkları ise ciddi bir handikaba işaret ediyor. Valiliğin yasaklama kararından sonra bile Taksim’den geri adım atılmayacağı söylemine rağmen hazırlıkların buna göre yapılmaması, rejime karşı itirazını, öfkesini, isyanını yanına alıp 1 Mayıs’a akmak isteyen yüz binleri arafta bıraktı diyebiliriz.
Taksim’in önemi Taksim’den ötede
Adres olarak Taksim’i gösterip Taksim’i zorlamamak, Taksim’den kaçmak, Taksim’de vücut bulan mücadele kültürümüze de yakışmadı. Kararın doğruluğundan veya yanlışlığından bağımsız olarak alınan kararın arkasında durmak, kendisini sol, sosyalist, devrimci, yurtsever gören her siyasal çevrenin halka karşı sorumluluğunun gereğidir. Bu sorumluluk, 1 Mayıs’ın sahiplerinin, yalnızca verili örgütler değil, milyonlarca emekçinin, işçinin, yoksulun, dezavantajlı kesimlerin olduğu kabulüne dayanır.
Öte yandan 31 Mart sonrası AKP-MHP iktidarının ciddi anlamda meşruiyet krizi yaşadığı bir ortamda, milyonları buluşturacak 1 Mayıs aklının geliştirilmemiş olması da günün toplumsal mücadele gerekliliklerini okumaktan yoksunluğa, içe büzüşmüş örgütsel varoluşlara işaret ediyor. 2024 yılının 1 Mayıs’ının üst üste bindiği kriz ve fatura denkleminde Taksim’in önemi bir adım daha Taksim’den öteye taşmasına rağmen hem iktidarın meşruiyet krizini hem de yaklaşmakta olan kabarık faturanın yaratacağı tahribatları öncesinden görmeyi ve önlem alan bir mücadele pratiğini sergileyememek ciddi bir sorgulama çerçevesidir.
Mevcut süreç analizinden yoksun Taksim gündemi-tartışmaları, taktiksel hamleler geliştirmekten uzaklaşmış, yorum gücü zayıflamış, gündelik yaşamdan kendisini soyutlamış, yalıtık ve dolayısıyla toplumsal iktidar perspektifinden uzaklaşmış örgütsel gerçekliklerimizi ele veriyor. Egemen iki bloğun temsilcisi partilerin başkanları, kendi sınıflarının çıkarları için birbirlerine karşı esneyebilirken, birbirleriyle “müzakere” ederken, ezilenler adına sendikal mücadele yürütenlerin, politik mücadele verenlerin, kendi içlerindeki uzlaşmaz ve katı halleri, “ne kadar sınıf ne kadar politika?” sorusunu da doğal olarak sorduruyor.
1 Mayıs 2024 konjonktüründe zaman ideolojik netlik zamanı
Herhangi bir egemen güce karşı bile konjonktürün gerektirdiği taktiksel esnemeleri teorik olarak kabul eden devrimci politika, toplumsal mücadeleyi sisteme angaje etmeye, ezilenlerin sınıfsal öfkesini törpülemeye çalışanlara karşı katı bir set çekemediği sürece ideolojik netliğini de muhafaza edemez. Sınıf içinde görülüp, sınıfın mücadelesini ehlileştirmeye, resmi muhalefetin arka bahçesi yapmaya çalışan zihniyete karşı ideolojik-politik saflaşma, ayıklama ve arınma mücadelesi, bir görev olarak önümüzde duruyor.
Bu suni dengeler kırılmadan, yeni yollar açılmadan demokratik-devrimci mücadelenin emekçi ve yoksul kitlelerle buluşma potansiyeli berhava olacaktır. Erdoğan-Özel görüşmesinin satır aralarını okuduğumuzda da sistemin iki bloğu arasındaki iktidar kavgası “mücadele”, ulus devletçi sistem krizinden kurtuluş arayışı “müzakere” olarak formüle edilmiştir. Restorasyon ile statükonun arasındaki gri bölgede yakınlaşma sağlanmıştır.
Tel tel dökülen sistemin restorasyonu, muhtemelen kurucu parti ve iktidar partisinin müzakeresiyle ele alınacaktır. Bu devletçi müzakereden emekçilerin, yoksulların, Kürtlerin payına ne düşeceği ise yüz yıllık tarihin kendisinde gizlidir. Sistem, kendi krizinden çıkışın yollarını ararken devrimci, sosyalist hareketlerin toplumsal mücadele alanını daraltmak; rejimle çelişkileri derinleşmiş milyonların demokrasi ve özgürlük arayışını absorbe etmek isteyecektir.
İktidar ve muhalefet uzlaşısı toplumsal mücadeleye devletçi bir müdahale arayışıdır!
1 Mayıs, öncesi ve sonrasıyla bu durumu, fazlasıyla açığa çıkarmıştır. Yaşanan, çoklu kriz ikliminde devrimci sol hareketlerin toplumsal çeperini genişletme potansiyeline devletçi bir müdahaledir. Sol, sosyalist hareketlerin 1 Mayıs gibi mücadele değerlerini canhıraş bir şekilde kendi zimmetine geçirmeye ve sistem içine hapsetmeye çalışmaları da bu korkunun bir sonucudur. Devlet ve toplum arasında derinleşen sınıfsal ve siyasal çelişkiler, sadece iktidarda bir oy kaybına neden olmuyor. Başta CHP olmak üzere birçok sistem partisinin tabanını toplumsal muhalefetin politika alanına daha da yakınlaştırıyor. 1 Mayıs’taki DİSK-CHP iş birliği, bu alana bir kama sokma anlamına da geliyor.
İktidarın çözülme sürecine girmesinde büyük emekleri olan ve bu uğurda ciddi bedeller ödeyen Kürt Özgürlük Hareketi ve Türkiye Sosyalist Hareketleri’nin tarihsel ve güncel mücadelesi, önümüze açılan yeni mücadele döneminin politik belirleneni değil belirleyeni olma göreviyle baş başadır.
Özetle “Taksim kararlılığı” ile başlayan Saraçhane uzlaşmasıyla sonlanan süreç, demokratik-devrimci güçler açısından doğru analiz edilmelidir. DİSK-CHP’nin Saraçhane uzlaşısı, devletçi bir uzlaşıydı. Yönetim zafiyeti yaşayan ve toplumsal rıza üretmekte zorlanan AKP-MHP iktidarına, onun şahsında sermaye düzenine uzatılmış bir can simidiydi. Sömürü ve talanla ayakta kalmaya çalışan sermaye düzeni kaos aralığındadır. Bu uzlaşı, kaos aralığında devrimci hareketleri bekleyen olanaklara yönelik sınıf düşmanlığının balans ayarıydı. Neredeyse kontrolü kaybetmiş iktidar gerçeği karşısında sistemin, DİSK-CHP eliyle kontrolü kaybetmeme operasyonuydu. Öncesinde “Taksim’e yürüyeceğiz” deyip Saraçhane’de sırtını Taksim’e dönerek 1 Mayıs’ı kutlayanlar, Kılıçdaroğlu’nun “sokaksız muhalefetinden” Özel’in “kontrollü sokak muhalefetine” geçileceğinin ilanını da etmiş bulundular.
Evet sokak ama nasıl?
Üçüncü Yol mücadelesinde ifadesini bulan toplumsal muhalefet güçlerinin temel gündemi, kontrollü sokak muhalefetine karşı ideolojik-politik olarak net tutum almak ve bunun gerektirdiği örgütsel yeniden dizilişle sokağın kontrolünü kendi eline almaktır. Sokağın doğrudan kendi talepleriyle, kendi sözüyle sahne alması için öncelenmesi gereken ise yaşamın her alanında kılcal damarlar misali gezinen direniş odaklarını, ortak çıkarlar etrafında bir araya getirmektir. Taksim tartışmalarıyla oyalanan, Saraçhane kumpasıyla sonuçlanan süreç, dönemin gerektirdiği milyonların ev sahipliğindeki 1 Mayıs’ı ıskalatmıştır. Iskalanan, toplumun 31 Mart sonrası yeşeren demokrasi ve özgürlük umudunun 1 Mayıs’ta zirveye taşınmasıydı. Böylesi 1 Mayıs, açlığa, sefalete mahkûm edilmiş yüzbinlerce yurttaşın hep bir ağızdan taleplerini, itirazlarını haykırmasıyla AKP-MHP iktidarından kurtuluşun reçetesini de yazacaktı.
1 Mayıs’tan çıkarılan dersle; kontrollü sokak muhalefetinin kitlelerin öfkesini dizginlemeye, görünmez kılmaya çalışacağı, başka bir ifadeyle sosyalist hareketlerden rol çalmak isteyeceği bu puslu ortamlarda sendikalara, odalara, demokratik-devrimci güçlere düşen görev, sadece örgütlü olanların değil milyonlarca “örgütsüz” insanın dahil olabileceği, buluşabileceği eylemsel eşikleri oluşturabilmektir. Örgütlü mücadelemiz, dezavantajlı grupların, yoksulların, emekçilerin, kadınların, öğrencilerin; çevredekilerin katılımını kolaylaştırdığı, bu bakış açısını öncelediği ölçüde öncülük görevini layıkıyla oynayabilecektir. Bu da Kürdistan ve Türkiye sosyalist hareketlerinin toplumsal iktidar perspektifi etrafında kenetlenmesiyle mümkündür.
Bunu sağlamanın yolu da Emek ve Özgürlük Güçleri’nin toplumsal mücadele ittifakını anın gereksinimleri temelinde kurmak ve kurulan bu politik ittifakın aklını, formunu, içeriğini başta sendikalar ve odalar olmak üzere ortak mücadele mevzilerinde yeniden düzenlemektir. Siyasal, toplumsal gelişmeler karşısında kazandırıcı tutum ve taktiksel adımlar ancak bu politik hareket-sınıf mücadelesi iç bütünlüğüyle sağlanabilir. En kritik dönemlerde bile çoğunlukla birbirinden yalıtık, politik perspektifin gerektirdiği strateji-taktik uyumunu yakalamaya engel olan kompartmanlaşma durumunu aşmaya yönelik kolları sıvamak, hareket-sınıf bütünlüğü için ilk yıkıcı-kurucu amellerden birisi olabilir. Bunu, sosyalist-devrimci hareketlerin 31 Mart sonrası açılan yeni döneme, 1 Mayıs derslerinden hareketle vereceği en anlamlı yanıtlardan birisi olarak değerlendirebiliriz. Bu, “yeni bir yumuşama sürecini başlatmak isteyen” mağlup Başkanın -şimdilik- Kürdistan ve Türkiye’de ezilenlerin mücadelesine yönelik olası daha sert yönelimlerine karşı safları sıklaştırma hazırlığı olarak görülebilir.
Türkiye sahasına özgün bir Kürdistan politikasına duyulan ihtiyaç
2024 1 Mayıs’ı, “Demokratik Türkiye Özgür Kürdistan” perspektifinden ele alındığında ise HDK-DEM Parti şahsında kimi yetmezlikleri de masaya yatırmayı gerektiriyor. 1 Mayıs tablosunu bu açıdan okuduğumuzda demokratik Kürt siyasetinin Türkiye sahasında kaçınılmaz tartışmalara ve yeni pratik yol haritasına ihtiyaç var. Zorunlu göç sonucu Türkiye kentlerine yerleşen Kürt halkında aradan geçen yıllar içerisinde kuşaktan kuşağa değişen sınıfsal, sosyolojik parametrelere uygun politikayı somutlamanın vakti geldi de geçiyor. Batı’da yaşayan -ve gündelik yaşamın her yerinde görünür olan- Kürtlerin ulusal duygusu, bilinci büyük oranda mevcudiyetini koruyor. Ancak Türkiye’de yaşayan Kürt halkının güncel olarak soykırımcılık ve sömürgecilik karşısında yürütülen Kürdistan mücadelesiyle bağını daha güçlü kurmak, bu mücadelenin içine daha güçlü dahil etmek ve sistemin yarattığı tahribat alanlarında daha net bir şekilde taraf kılmak gibi bir mücadele ödevimiz var.
Özetle Türkiye sahasına özgün bir Kürdistan politikasına ihtiyaç var. Yanı sıra Batı’daki Kürtler iç içe yaşadığı halklar gibi derin yoksulluğun, yoksunluğun girdabında ve birçok alanda ciddi bir üretici yekunu oluşturuyor. 1 Mayıs, Batı’da emek ve özgürlük eksenli bir Kürt halk politikasının yetersizliğini göstermesi açısından da öğretici derslerle doluydu. Sınıf ve kimlik, Kürt halkının iç içe geçen iki ezilen karakteri olması itibariyle Kürt halkının özgürlüğü de bu iki alanın yaratıcı, birbirini gören, güçlendiren ve bütünlüklü ele alınmasıyla mümkün olacak. Kürt halkının Türkiye’deki emek ve demokrasi mücadelesinde kendi politik kimliğiyle daha güçlü pozisyon alması da ancak böyle mümkün görünüyor. İstanbul Newrozu’na bir milyon, İstanbul 1 Mayısı’na binlerle ifade edilen Kürt halk kitlesinin katılımını bu bağlamda analiz etmek, sonuçlar çıkarmak geliştirici olacaktır. Newroz fotoğrafı, Kürt Özgürlük Hareketi’nin elli yıllık mücadelesinin tarihsel kazanımının fotoğrafıydı. 1 Mayıs fotoğrafı ise ulus devletçi sistemle arasına ulusal-siyasal mesafe koyan Kürt halkını, demokratik ulusçuluğun pratik mücadelesinin daha aktif politik öznesi kılma noktasında ciddi bir mesafe kat etmemiz gerektiğini de gösteriyor. Kürdistan Demokratik Devrimi’nin Kürdistan’a; direngen Kürt halkını seçmen aralığına hapsetmek isteyen ulus devletçi aklı boşa çıkarmanın ve “Demokratik Türkiye Özgür Kürdistan” hedefinin hayat bulmasının yolu da buradan geçiyor.