2023 yılının son günlerinde hukuk alanındaki son durumu mahkemelerin araçsallaşmış kararları nedeniyle devletin meşruluğunun tartışıldığı bir noktaya geldiği aşama olarak değerlendirebiliriz
*Serhat Çakmak
2023 yılının son günlerine doğru gelirken genel bir ritüel haline gelen ve her yıl yapılan son bir yıllık süreç içerisinde farklı farklı alanlarda gerçekleşen olaylar, değişimler gözden geçirilir. Hukuk alanında da ülkenin son bir yıllık karnesine baktığımızda bir değerlendirme yapabilmek için 12 aylık sürecin yeterli olmayacağı, 100 yıllık geçmişi olan, kuruluşunun 100. yılında 100 yıllık sorunları bugüne kadar getiren bir ülke gerçekliği içerisinde olduğumuzu görmek gerekir. O yüzden her bir sorunun 100 yıllık ülke gerçekliği ile bir yumak halini alan ve bu yılın sonuna kadar da devam eden bir hal aldığını, bu çerçevede değerlendirmenin daha sağlıklı olacağı kanaatindeyim.
2023 yılı siyasal iktidar açısından çok önemli başarıların sağlandığı bir yıl olmakla birlikte seçim zaferinden sonra her alanda enkaz haline gelen ülkenin tekrar canlanabilmesi için de önemli sınav olarak görülmektedir. Bir yönüyle batıya neoliberal politaları uygulayacağına dair mesajlar verip batının yatırımcılarını çekmeye çalışmalası bir an için demokratikleşme adımları atılacağına dair ümitler yeşertse de sahadaki pratiklerin bunu karşılamadığı; daha çok otoriteleşmenin hakim olduğu, bürokraside birden fazla aktörün arasında güç savaşının yaşandığı, bu savaşın topluma yansımasının bir iyileşmeye zemin hazırlamadığı, savaşan tarafların menfaatleri çerçevesinde bir denklemin yaratıldığı görülmektedir. Gerek siyasal iktidar gerekse görünen ve görünmeyen ortakları devlet içerisinde güç kazanma yarışı içerisinde olmakta ve toplum yararına bir siyaset üretme kaygısı taşımamaktadırlar. Yukarıda bahsettiğimiz 100 yılın sorunlarının kaynağı aslında 100 yıllık devlet geleneğinin devam etmesinden kaynaklanıyor. Toplumu değil iktidarları esas alan bir devlet geleneği bugün de devam ettiğinden sorunlar çözülmüyor, üstüne giderek büyüyüp daha çözülemez bir hal alıyor. Ülkede yaşayan vatandaşların refah seviyesi, demokratikleşme, enflasyon ve Kürt sorununun temelinde de bu yöntemin emareleri bulunmaktadır.
Hukuk alanındaki bir yıllık gelişmeleri de yine bir yıllık pratik içerisinde değerlendirmek yeterli olmayacaktır. Ama son bir yıllık değişim yargı alanında ayrı bir dönüm noktasına bizleri getirmiştir. Ülkenin 100 yıllık tarihinde en kötü sınavlardan birini de yargı erki vermiş ve son bir yıllık karnesi de pek iç açıcı değildir. Siyasallaşan yargı bu yıl da geleneğini bozmayıp yine aynı eksende pratiğini sürdürmüş, önceki yıllardaki kararlılığında bir değişiklik yaşanmamıştır. Bir yönüyle uygulanmayan yüksek mahkeme kararları ve devam eden tecrit politikasına araç olma noktasında siyasal iktidarın daha fazla etkisine giren bir pratik sergilerken, diğer yönüyle de rüşvet çarkları ile gündemden düşmeyen yargı mensuplarının varlığı düşünüldüğünde çürümenin arttığı bir metabolizmaya dönüşmüş olan yargı erki bu yıl da bizlere adaletin tecelli edildiği yer olmaktan oldukça uzak bir performans sergilemiştir. Sadece politik dosyalarda değil adli dosyalar, özel hukuk dosyalarında da insanların mahkemelere olan güveni azalmış, hak arama merci olduğuna dair inanç da giderek azalmıştır.
Daha önce Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala ile ilgili AHİM kararlarını yerel mahkemeler uygulamamış, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi kararların uygulanması için Türkiye ile ilgili süreç başlatmıştı. Daha önce de uygulanmayan mahkeme kararları olmakla birlikte Türkiye ile politik ilişkilerin varlığı nedeniyle bu kararların uygulanması için yaptırım sürecini ağırdan alıyordu komite. Yakın tarihte uygulanmayan Yüksek Mahkeme kararlarına Anayasa Mahkemesi’in Can Atalay kararı eklenmiş, yerel mahkeme karar vermeyip dosyayı Yargıtay’a göndermiş, Yargıtay 3. Ceza Dairesi ise gündem yaratacak bir karar ile Anayasa Mahkemesinin verdiği kararı uygulamamakla birlikte bu kararı veren yüksek mahkeme üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulunulmasına karar vermişti. Mahkemenin kararının gerekçesinde geçen cümleler ile Cumhurbaşkanı hukuk danışmanının sosyal medyada yaptığı açıklamalardaki cümlelerin neredeyse aynı olması kararın ne şekilde verildiğini de gayet iyi açıklıyordu. Yakın tarihte Anayasa Mahkemesi tekrar ihlal kararı vererek kararının kesin olduğunu, uygulanması gerektiğini yenilemiş, gözler kararın uygulanıp uygulanmayacağına dönmüştür. Siyasal iktidarın etkisiyle hareket eden, yüksek mahkeme kararlarını uygulamayan, rüşvet çarkları ile ismi anılan bir mekanizmaya dönüşen yargı makamının pratiği ülkenin meşruluğu noktasında bir eşiğe girildiğini de göstermektedir. Anayasanın 2. Maddesi hukuk devleti ilkesini tanımlamış ve ülkenin meşruluk kaynağını yasalara ve anayasaya uygun davranmakla tanımlamıştır. Yasalara ve Anayasaya uygunluğu denetleyen yer olarak da mahkemeler gösterilmiştir. Vatandaşların hukuka aykırı bir fiiline yaptırım gücünü yasalardan alan mahkemeler aynı yasalara kendileri de bağlı olup Anayasa’nın 2. Maddesindeki hukuk devleti ilkesine aynı şekilde bağlı olmak zorundalar. Başta istisnai olarak görülen fakat sonradan genel bir hal almaya başlayan hukuka aykırı mahkeme kararları hukuk devleti ilkesini ortadan kaldırıyor ise bu aşamadan sonra Anayasa’nın 2. Maddesi fiilen işletilmeyen bir madde haline gelir, bu durumda da devletin meşruluğu tartışması başlamış olur.
İşte ülkenin 2023 yılının son günlerinde hukuk alanındaki son durumu mahkemelerin araçsallaşmış kararları nedeniyle devletin meşruluğunun tartışıldığı bir noktaya geldiği aşama olarak değerlendirebiliriz. Bu aşamadan sonra aynı doğrultuda devam edildiğinde meşruluk tartışması sona erecek olup devletin meşruluğunun da biteceğinin kabul edilmelidir.
*ÖHD Eş Genel Başkanı