Cumhuriyet’in 100. yılı vesilesiyle yıllar öncesinden “müreffeh bir toplum olma” vaadlerinde bulunulan, ekonominin ve demokrasinin gelişmesine yönelik hedefler konulan 2023, kelimenin tam anlamıyla hüsran yılı oldu. Türkiye halkları 2023’e zaten ekonomik, sosyal ve siyasal krizin yüküyle girmişti; dolayısıyla vaadlerin gerçekleşmeyeceği belliydi. Ama halkın önemli bölümü Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerinin, ülkeyi çoklu krize sürükleyen AKP’nin 20 yıllık iktidarına ve otoriter düzene son vereceği umudunu taşıyordu. Bu umudun en önemli dayanağı Millet İttifakı’nı oluşturan 6’lı masaydı. 6 benzemez partiyi bir masa başına toplayan ise Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne son vererek Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi kurmaktı. Birçok çelişkiyi içinde barındıran masanın, ülkenin sorunlarına toplumu ikna edecek bir çözüm getiremeyeceği görülse de otokrasiden kurtuluş için başka alternatif olmadığı düşüncesi yaygındı.
Art arda gelen krizlerden bitkin düşmüş olan halk, Mayıs ayında yapılacak seçimlerden beslenen umutla 2023’ten beklentilerini sürdürürken 6 Şubat depremleriyle sarsıldı. Depremde sadece binalar değil, 100 yıllık devlet mekanizması da çöktü. Yüz bini aşkın insan sadece depremin yarattığı enkazın değil, -barınmayı rant olarak gören, iktidarının bekâsını insan yaşamının önünde tutan anlayışın egemen olduğu- çürümüş devlet düzeninin enkazının da altında kalarak can verdi. Bu çürümüşlüğün baş sorumlusu son yirmi yıldır iktidar koltuğunda oturan AKP’ydi elbette. Ancak onu iktidara taşıyan ve ona alternatif olamayan ve hatta çoğu zaman ona koltuk değnekliği yapan muhalefet partileri de bu sorumluluğa ortaktı.
Depremle açığa çıkan çürümüşlük, yüksek enflasyonla birlikte yaşanan sosyal çöküş ve demokrasiden, hukuktan, insan haklarından giderek uzaklaşan siyasal sistemle birlikte kokuşmaya başladı. Otoriter yönetimle girilen seçimden demokratik sonuç alınamayacağını gözardı edenlerin “Mayıs seçileriyle gelecek umut” beklentisi sürdü ama sokaktan, grevden, boykottan kaçarak tüm siyaseti sandığa endeksleyenler, kendileri kaybettiği gibi topluma da kaybettirdi.
Seçimlerde Millet İttifakı’nın iktidar hayalleri boşa düşerken, İttifak’taki sağ partiler kazançlı çıktı. Böylece sağ, şimdiye kadar olmadığı kadar çok milletvekilliği elde etmiş oldu. Bu arada 6 partinin bir masada toplanmasına neden olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne son verme amacı da unutuldu. Özellikle İYİP, seçim sonrasında kendine belirlediği pozisyonla Cumhur İttifakı partilerinden çok da farklı bir yerde bulunmuyor artık. Yerel seçimler için açıkladığı stratejisi de AKP’nin arayıp da bulamayacağı türden.
AKP, 14 ve 28 Mayıs seçimlerinin ardından iktidarını perçinlemiş oldu. Bunun verdiği güvenle, ekonomide halkı daha da yoksullaştıracak, emekçileri daha fazla sömürecek politikaları uygulamaya koydu. 2024 yılında vergi, harç ve cezalara uygulanacak yeniden değerleme oranı yüzde 58,46 olarak belirlenirken, asgari ücrete yüzde 49,11 artış yapıldı. Böylece Türkiye’de emekçilerin çok geniş kesimi için yaşam geliri olan asgari ücret, devletin 2024 yılı için kendi öngördüğü enflasyon artışının bile 9,35 puan altında belirlenmiş oldu. 17 bin 2 TL olan yeni asgari ücret, devletin öngördüğü ve alacakları için uyguladığı enflasyon oranına göre Mart ya da en geç Nisan ayında -TÜİK’in belirlediği enflasyon oranı üzerinden hesaplanan- açlık sınırının altında kalmış olacak. Bu yıl asgari ücrette başka artış yapılmayacağına göre emekçiler, en iyi olasılıkla 2024’ün sekiz ayında açlık sınırının altında bir gelirle geçinmeye mahkûm edilecek.
Seçimin ardından ekonomide halkı yoksullaştıran politikaların yanı sıra demokrasi ve özgürlükler üzerindeki baskılar da her geçen gün arttı. Uzunca bir süredir terkedilmiş olan hukuk devleti anlayışı ise tamamen ortadan kalktı. Yargı, iktidarın muhaliflerini cezalandırma aracına dönüştü. Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayan iktidar, kendi çıkarlarına uyacak yeni bir anayasa yapımını gündeme getirdi.
Sermayenin çıkarlarını ve iktidarının bekâsını toplumun genel çıkarlarının önünde tutan iktidarın, halka refah ve demokrasi adına vereceği vaadlerin hiçbir inandırıcılığı kalmadı artık. Bunun bilincinde olan AKP de halkı iktidarın yanında tutabilmenin tek yolunu halklar arasında kutuplaşmayı arttırıp, milliyetçiliği ve İslamcılığı körüklemekte buluyor.
Özgür Özel’in CHP adına iktidarın asker cenazeleri üzerinden yapmaya alıştığı siyasete karşı, Kürt sorununun nedenlerini sorgulayan çıkışı önemlidir. CHP bu sorgulamayı 20 yıl önce yapmış olsaydı hem onbinlerce genç yaşamını yitirmemiş olacak hem de savaş politikaları üzerinden siyaset yapılamayacaktı. Ama hatanın neresinden dönülse kârdır! Umarım yeni CHP yönetimi bu yaklaşımını geri adım atmadan sürdürür.
Özetle, 2023 Türkiye’de demokrasi ve özgürlük kırıntılarının bile ortadan kaldırılmaya çalışıldığı; ezilen, sömürülen, ayrımcılığa uğrayan tüm halk kesimleri için son derece kötü ve karanlık bir yıl olmuştur. Bunun belki tek istisnası yeni CHP yönetiminin Kürt düşmanlığı üzerinden iktidarın arkasında sıralanmak yerine sorgulayan bir duruş göstermiş olmasıdır; tabi bu duruşun ne kadar samimi olduğunu önümüzdeki zaman gösterecektir.