Başlıktaki cümle, Adıyaman şehir merkezinde bir enkazdaki beton parçasının üstünde yazıyordu. Haliyle insanın aklına ‘Keşke bu binalar ayaktayken ikinci kez hatta üçüncü kez kontrol edilseydi’ minvalinde cümleler düşüyor. Muhtemelen enkaz altında ‘canlı yoktur’ ya da ‘insan yoktur’ anlamında işini ‘özenli’ yaptığını ifade etmeye çalışan bir cümle. Ancak aynı özenin, insanı yaşatmak için gösterilmediği bir ‘harikalar diyarında’ yaşıyoruz. Yaşatılmıyor çünkü ‘yerli ve milli’ hırsızlar için beton rantı, insan hayatının çok üstünde bir değer. Günümüzde insan, ‘Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser’ sözünün hakkı verilircesine, ekonomik rant için gözden çıkarılan bir metaya dönüştürüldü. Azami kâr elde etmek için öyle bir gözü dönmüşlük hali var ki, İstanbul Deprem Risk Yönetmeliği’nde hangi semtin enkazının nereye döküleceği şimdiden belirlenmiş bile. Yani olası bir İstanbul depreminde binaların yıkılacağı, enkaza dönüşeceği öngörülüyor ve enkazın döküleceği alanlar gösteriliyor. Bizlerin payına da deprem sonrası enkazın altında ikinci kez kontrol edilmek düşüyor. Yok, binalar deprem öncesi kontrol edilemez; hiç olmaz, insanlar yaşarken değil enkaz altındayken ‘kurtarılacak’ Netice mi? ‘Kaderi’ şimdiden yeryüzü tiranlarınca alınlarına yazılmış milyonlar… Kentler, sonraki depremlerde hayatını kaybedeceği bugünden öngörülen insanlarla dolu. Adeta yürüyen ölüler gibiyiz; yaşıyoruz ama öleceğimizi biliyoruz. Bu dramatik durum, ister istemez The Walking Dead dizisindeki yürüyen ölüleri çağrıştırıyor zihinlerimizde.
Yürüyen ölü olma halimizi ve bu durum karşısında yapılacakları, en yalın dille depremde hayatını kaybeden kızı Eylem Şafak Aydın’ın cenazesinde konuşan Devrimci Parti Genel Başkanı Elif Torun Öneren ifade etti. Öneren, cenazeye katılan insanlara hitaben ‘Bu kader değil cinayet. Uyanın artık, hepinizin hayatını tek tek elinizden alacaklar. Tek tek öldürecekler bizleri. İzin vermeyin, birleşin, ayağa kalkın, hesap sorun’ cümlelerini sarf etti. On binlerce insan enkaz altındayken seçimlerin ertelenmesinden, yeni konutların inşaatından bahsederek iktisadi ve siyasi rantlarından taviz vermeyenler karşısında gerçekten de ayağa kalkmaktan, birleşmekten başka çaremiz yok. Finans kapitalin bize dayattığı ve sonu ya sürgünle, yoksullukla ya da ölümle biten bu kadere artık dur demenin vakti çoktan geldi. Rant için tarım arazilerinin imara açılması, deprem standartlarına göre inşa edilmeyen binalar ve bunun sonucunda adeta toplu mezarlara dönüştürülen kentler gerçeği, ‘Deprem politiktir’ sözünün teyididir.
Deprem politiktir ve depremin politikasını hep birlikte kurmak zorundayız. Milyonlarca insanın yaptığı gibi bu ülkenin sosyalistleri, devrimcileri, demokratları da depremin ilk gününden bugüne, deprem bölgelerinde canhıraş çalışıyorlar. Bu kendini adama hali, daha şimdiden toplum içindeki ideolojik, etnik ve inançsal önyargıları en azından deprem bölgelerinde fazlasıyla kırmış görünüyor. Bir doktor arkadaşımızın ameliyat ettiği depremzedenin milliyetçi bir yakınının sarf ettiği ‘Kürtler, HDP bize yardım için en erken ulaşanlardı’ sözlerinin binlerce örneği var. Bu durum, ayrıştırma ve kamplaştırma siyasetiyle kendisini yıllarca ayakta tutan iktidarın temellerini de sarsıyor. Böylesine öfkeli, tehditkâr ve galiz küfürlerle sağa sola saldırmasının nedeni de bu. Deprem günlerinde her şeyin önüne geçen yurttaş dayanışması, aynı zamanda toplumun politik dönüşümü için de zemin oluşturuyor. Deprem sorgulatıyor; yurttaşlar başlarına gelen felaketin sorumlusunun iktidarın rant siyaseti olduğunu görüyor. Deprem birleştiriyor; Antakyalı depremzede Yağmur ile Vanlı gönüllü Fırat depremin yaralarını sarmak için birlikte çalışıyor. Deprem dönüştürüyor; afet bölgelerine gelen binlerce insan hem birbiriyle hem de deprem bölgesindeki insanlarla kaynaşıyor. Kültür kültüre, dil dile, hikâye hikâyeye karışıyor ve bu kaynaşma hali hem karşılıklı dönüştürüyor hem de toplumun öz örgütlenmesinin mümkünlüğünü gösteriyor.
Özetle deprem, birlikte kazanabileceğimizin hatta birlikte kazanmak zorunda olduğumuzun dersleriyle dolu şimdiden. Bu gerçeği ıskalamayalım; tekelci sermaye düzeni karşısında dar örgütsel çıkarları değil toplumun büyük kazanımlarını önceleyelim. Unutmayalım; büyük dayanışmaya taşınacak her su, örgütlerin de yaşam suyu olacaktır. Depremde hayatını kaybeden on binlerce insanın, yine göç yollarına düşen yüz binlerce yurttaşın hesabını bu iktidardan sormak için aklımızı, emeğimizi ve sözümüzü birleştirelim. Antakyalı Yağmur ve Vanlı Fırat çoktan birleşti bile. Bize düşen, Yağmurların, Fıratların duygudaşlığının toplumsal politikasını örmek, kalıcılaştırmaktır. Mevcut iktidardan, düzenden hesap soracaksak bundan başka yol yoktur. Deprem, tıpkı Gezi’deki gibi Yağmurların ve Fıratların yollarını bir kez daha kesiştirdi. Bu sefer sırtlarını birbirine dönmelerine izin vermeyelim; bu deprem dayanışmasını birbirini her açıdan tanıyacak, dönüştürecek kalıcı toplumsal örgütlenmelere dönüştürelim. Gün Elif başkanın deyimiyle ayağa kalkma günüdür. Gün, Yağmurların ve Fıratların deprem dayanışmasını büyütme, toplumsal politikasını kurma günüdür. Bunu başardığımız oranda giden canlarımız için hesap soracağız, kalan canlarımızın geleceğini yeniden kuracağız! İnatla, ısrarla…