İlk kez 17-20 Nisan 2019’da düzenlenen İzmir Mülteci Filmleri Festivali’nin ikincisi, araya giren Covid-19 pandemisinin ardından bu yıl, 12-16 Nisan arasında yapıldı.
İzmir’deki Fransız Kültür Merkezi’nde beş gün boyunca Türkiye’nin yanı sıra Hindistan, Fransa, Almanya, İtalya, Güney Kore, Malezya, Finlandiya, İngiltere, Kanada, Ürdün, Meksika, Lübnan, Slovenya, İsveç, Yunanistan, İran gibi farklı ülkelerden göç ve mülteci hikâyelerini anlatan ya da mülteciler tarafından çekilmiş 35’i kısa metraj, 14’ü uzun metraj kurmaca, belgesel ve animasyon film izleyiciyle buluştu.
Yerinden, yurdundan edilmenin birbirinden çok farklı tezahürlerini yansıtan bu çalışmalar izleyicide kâh ümit, kâh öfke, kâh sevinç duygularının yaşanmasına yol açtı.
Festival kapsamında yönetmen veya yapımcılarla söyleşiler, paneller, atölyeler, sergiler ve Halkların Köprüsü Korosu’nun açılış töreninde sunduğu mini konser de festivalin sadece sinema değil, sanatın diğer alanlarında da söyleyecek sözü olduğunun ispatıydı.
Halkların Köprüsü Korosu, Halkların Köprüsü Derneği’nin gönüllülerinin oluşturduğu amatör bir topluluk. Kısacık repertuarlarında beş ayrı dilde şarkılar seslendirmeleri de ülkede dayatılan tekçiliğe karşı çokdilli, çokkültürlü bir toplumsal örgüye inanmanın dışavurumu sayılabilir.
Festival programı içinde 13 Nisan Çarşamba akşamı yapılan panel özellikle üzerinde en çok konuşulan etkinlik oldu. Halkların Köprüsü Derneği’nin kurucu başkanı Prof. Cem Terzi’nin moderatörlüğünde sanatçı Zülfü Livaneli ve üç Ezidi kadın aktivist Natia Navruzov, Farida Falit Jrdo, Ameena Qasım Khalaf Ano 4 Ağustos 2014’te cihatçı çetelerin Şengal Dağı’na saldırısıyla başlayan ve Ezidi tarihinde ‘74. Ferman’ olarak anılan süreci anlattılar. Farida Falit Jrdo ve Ameena Qasım Khalaf Ano bu saldırının birinci elden tanığı ve mağdurları olurken, Gürcistan doğumlu bir Ezidi olarak Fransa’da hukuk eğitimini tamamlayan Natia Navruzov o tarihten itibaren halkının travmasını üstlenmiş bir aktivist. Fransız Kültür Merkezi’nin salonunu hıncahınç dolduran bir kalabalığın ilgiyle izlediği panelde Zülfü Livaneli ise yaşamındaki mültecilik deneyimlerini izleyicilerle paylaştı.
Watfaa Wahb ve Rami Alhajali çiftinin ‘Doğanın Soyut İzlenimleri’ başlıklı sergisi Basmane semtinde bulunan Bıçakçı Han’da oldu. Ağırlıklı olarak non figüratif bir üslubun benimsendiği eserlerde öne çıkan unsur ise renklerin ve soyut formların ahengi olmuş.
Tarihi Bıçakçı Han’ın bir diğer galerisinde ise Aslı Alpar’ın ‘Rüya’ adlı çizgi-hikâyesi sergilendi. Sokağa çıkma yasağı ilan edilen 1 Mayıs sabahına dair rüya, son derece sempatik çizimlerle miting bayraklarının dağıtıldığı bir görselle izleyiciye aktarılıyor.
İktidarın ve muhalefetin kendi parti çıkarları için bir manipülasyon aracı olarak değerlendirdikleri mülteci yaşamlarını siyaset malzemesi olmaktan çıkarıp en yalın haliyle evrensel bir mesele olarak sunması, bu düzenlemeyi önemli kılan başlıca etmen.
“Herkes bir gün mülteci olabilir” tespitinin gerçekliğini Afganistan’dan Suriye’ye, Latin Amerika’dan Ukrayna’ya kadar dünyanın farklı coğrafyalarında somut ve yakıcı örneklerle yaşıyoruz. Küresel kapitalizmin Suriye’de fitilini ateşlediği iç savaştan kaçanların sayısı bir yılın sonunda 1 milyon kişiye ulaşmıştı. Oysa Ukrayna’da bir buçuk ay içinde aynı sebeple mülteci konumuna düşenlerin sayısı 5 milyonu aştı.
İklim krizinin yol açtığı kıtlık ve yoksulluktan paylaşım savaşlarına kadar birçok etkenle körüklenen mültecilik, bir yandan da ırkçı politikalara, ayrımcılığa can suyu oluyor.
- İzmir Mülteci Filmleri Festivali’ni bu zehirli ortamın panzehiri olarak değerlendirmek gerekir.