1927 Yenice-Nusaybin grevi, hem tarihsel açıdan, hem de kadınların üstlendiği roller açısından önemli. 97 yıl sonra yine bir Ağustos ayında bu grevin hikâyesini okurlara sunmak, Türkiye işçi sınıfının belleği açısından önemli.
Osman Tiftikçi
Grev sürerken, 5. gün Mamure’de raydan çıkan (daha doğrusu grevciler tarafından raydan çıkarılan) trene yardım için Adana’da bir imdat treni hazırlandı. 8.45’te hareket eden tren makas başında amele kadınları tarafından durduruldu. Alaaddin’in yazdığına göre bu eylemde kadınları örgütleyen, Komünist Fırka ile ilişki içinde olan Kara Fatma idi. Alaaddin imdat treninin hazırlandığını haber alınca, “kadınların reisi Kara Fatma’yı çağırıp ona talimat verdik. (…) Kadın kitleleri Kara Fatma’nın idaresinde hareket ediyorlardı” (6) diye yazıyordu. Kadınların bir kısmı makinistleri taşlarken, bir kısmı arka vagonlara girdiler. Polis müdahale edince kadınlar daha da inatlaştılar. Kadınlar bunları yaparken erkekler de 1 km uzakta tarlada, gerektiğinde müdahale etmek için beklemektedirler. Bu sırada, olayı duyan Adana halkı istasyonda toplanmaya başladı. Bu durum karşısında polis müdahaleyi göze alamadı. Aradan üç saat geçti. Demiryolcuların Cemiyet başkanı (7) ve iki kişi polis tarafından kadınları ikna için, eylem yapan kadınların içine gönderildi.
Kocalarımızı tanımayız
“Fakat (bu üç kişi O.T) kadınların yanına gelir gelmez hücum eden kadınlar: ‘Biz kocalarımızı tanımıyoruz. Bizi hiçbir kuvvet dağıtamaz, bu treni bırakmayacağız!’ demeleri üzerine, tornacı Mecit Efendi kendi ailesini almak istediği için hücum eden kadınlar giden heyete dayak atmaya başladılar. Ve polis memurlarının yardımıyla zorla kadınların ellerinden kurtulmuşlardır.” (s. 56)
Eylemcilere rağmen tren gene de yavaş yavaş hareket ettirilir ama hiç kımıldamadan rayların üzerinde bekleyen kadınların önünde durmak zorunda kalır. Bu sırada Adana’daki kadınlar da harekete geçirilmiştir: “Tarla içerisinden şalvarlı Arap kadınları ve caddelerden de araba ve otomobillerle diğer amele kadınları akın akın gelmeye başladılar. Zabıta kuvveti bu kadınlara engel olmak istedi ise de muvaffak olamadılar. Kadınların kollarından tutmaya korkuyorlardı.
İşte gelen kadınlar da iltihak edince kuvvetlenen kadın kitlesi tekrar makineye hücum etmeye başladılar. Bu defa jandarma kuvveti de işe karıştı.” (s. 56, 57) Kolluk güçleri kadınlara dağılmalarını emrediyor ve onları güç kullanmakla tehdit ediyordu. “Kadınlar bağırıp çağırmaktan bu emri hiç işitmediler. Askerler de kadınların üzerine yürümeye cesaret edemiyorlardı. İşte bu sırada itfaiyeye makineden (buharlı lokomotif O.T) sıcak su sıkmak üzere emir verildi.” (s. 57)
“Hortumların bağlandığını gören kadınlardan birkaç kişi: ‘Amanın kardaşlar, makineden sıcak su sıkacaklar, bak daha hala kocalarımız karşıdan seyrediyorlar. Bizi tavuk gibi haşlayacaklar. Hükümetin kuvvetine karşı gelinmez. Haydin kaçalım!’ diye söylüyorlardı. Fakat haberdar olan diğer kadınlar: ‘Ne isterlerse yapsınlar, bu treni bırakmayacağız!’ demeleri üzerine emme basma tulumbalar harekete geldi ve dört taraftan kadınların üzerine su sıkmaya başladılar. Kadınlarda hasıl olan zihniyet dolayısıyla ‘Yaşasın Cumhuriyet!’, ‘Allah sizden razı olsun. Sabahtan beri güneş altında kavruluyorduk. Hiç olmazsa biraz serinlettiniz!’ diye dua etmeye başladılar. Fakat suyun şiddetinden birkaç kadın bayıldı ve çarşafları parça parça oldu. Bu vaziyet karşısında tarla içerisinde karşıdan vakayı seyreden ameleler(in) hepsi koşa koşa mahall-i vakaya geldiler. Fakat bu amelelerin içerisinde yalnız depo ameleleri olmayıp Adana’dan diğer fabrikalardaki ameleler de iltihak etmişlerdi. Müdde-i umuminin (savcını O.T) otomobilini saran ameleler de bağırmaya başladılar. Ve tulumbalar hemen durduruldu. Jandarmalara da süngü tak emri verildi.” (s. 57)
Sakinleşmeyen kitle
Polisler temsilci Alaaddin’i aldılar. Savcı Alaaddin’e, yaptıkları hareketin kumpanyaya karşı değil hükümete karşı olduğunu söyledi ve onu; “kadınları nasıl teşvik ettiysen şimdi de öyle dağıt” diye payladı. Alaaddin de, “Ben kadın murahhası değilim, amele murahhasıyım.” diye cevap verdi ve kadınlara sözünün geçmeyeceğini söyledi. Ama sonunda Alaaddin kadınların yanına gitti, onlardan “bu treni hükümetin hatırı için bırak(malarını)” (s. 58, 59) istedi. Alaaddin kadınları ikna için onlara, hükümete değil, kumpanyaya karşı isyan ettiklerini ve haklarını alana kadar böyle kalacaklarını anlatıyordu.
Alaaddin’in bu tavrı anlaşılmaz bir şey değildi. Alaaddin ve demiryolcular hükümeti tümüyle karşılarına alabilecek bir güce ve örgütlenmeye sahip olmadıklarının farkındaydılar. Kadınlar işçi temsilcisi istediği için eylemi bıraktılar. Direniş beş saat sürmüştü (s. 60.) İmdat treni hareket etti, polis müdürü ve savcı Alaaddin’e teşekkür ettiler. Üç saat sonra da Osmaniye’den trenin susuz kaldığı ve durduğu haberi geldi. Grevciler Alaaddin’in de bilgisi ve isteği dahilinde, istasyonlardaki suları boşaltmışlardı.
Tesadüf değildi
Demiryolcu kadınlarının gösterdikleri direniş ve Mamure’de köylü kadınların, Adana’da şalvarlı Arap kadınlarının, ev kadınlarının, işçi kadınların onlarla gösterdikleri kız kardeş dayanışması tesadüfi değildi. Demiryolu hattı boyunca ortaya çıkan ve günlerce süren bu kadın dayanışmasında, o dönemin Türkiye’sinde mevcut kadın hareketinin, feminist hareketin önemli etkisi vardı.
Bunu derken, dönemin örgütlü tek kadın hareketinin ve kadın hareketinin önde gelen isimlerinin bu eylemi açıkça desteklediklerini söylemek istemiyoruz. Hatta durum tam tersiydi. Örneğin Nezihe Muhiddin’in başında olduğu Türk Kadın Birliği (TKB) eylemle ilgili hiçbir açıklama yapmadı. Böyle bir açıklama zaten TKB’nin mücadele anlayışına uygun değildi. Ayrıca TKB son günlerini yaşıyordu. Fakat dönemin kadın hareketinin öne çıkan isimleri, örneğin Suat Derviş, Sabiha Zekeriya (Sertel) gibi isimler de Adana’da kadınların direnişi üzerine bir şey demediler. Hâlbuki olay hem yerel (Yeni Adana, Türk Sözü) hem de günlük basında (Cumhuriyet, Milliyet, Vakit, İkdam gazeteleri gibi) epeyce yer almıştı. Ve genel olarak basın grevcilerden yana bir tutum içindeydi. Yani grevden ve eylemci kadınlardan söz etmek riskli bir iş sayılmazdı. Sabiha Zekeriya (Sertel) o yıllarda Resimli Ay isimli aylık dergiyi çıkarıyordu. Sabiha Türkiye’deki feminist hareketi; seçkin, burjuva bir hareket olduğu, kadınların ve işçi kadınların ekonomik durumlarıyla ilgilenmediği için eleştiriyordu. Resimli Ay dergisinde Adanalı emekçi kadınların sorunları ve direnişleri üzerine hiçbir yazı çıkmadı. (8)
Genel atmosferin etkisi
Dönemin kadın hareketinin Adanalı kadınlar üzerinde etkili olması, kişilerin tavırlarından bağımsız bir olguydu. Cumhuriyetin ilk döneminde II. Meşrutiyetten kalma etkili bir kadın hareketi, feminist hareket vardı. 1927 yılında bu hareket henüz tümüyle silinmemişti. Kadın hareketi Halide Edip, Ulviye Mevlan, Nezihe Muhiddin, Sabiha Zekeriya, Suat Derviş, Yaşar Nezihe (Bükülmez), Kara Fatma gibi popüler isimler çıkarmıştı. Kadınlar işgale karşı yapılan mitinglerde (örneğin İstanbul ve Kastamonu mitingleri) konuşmacı ve katılımcı olarak yer almışlardı. Kadınlar seçim hakkını mecliste ve kamuoyunda bir tartışma konusu haline getirmişlerdi. Kadınlar Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası’nın merkez yönetimine seçilmişlerdi, Kadınlar Halk Fırkası’nı kurmuşlardı. (9) Kadınların eylemi 1927 yılı seçim çalışmalarına denk gelmişti. TKB bu seçimde de kadınlara seçim hakkı kazanmak, seçimlere fiilen katılmak için etkili bir kampanya yürütmekteydi. (Bu N. Muhiddin ve TKB’nin son kampanyası olacaktır.) Özetle toplumsal olaylara duyarlı ve müdahale etmeye istekli bir kadın çevresi yaratılabilmişti. Adanalı emekçi kadınların bu genel havadan etkilendiklerini düşünmemek için hiçbir neden yok.
Yerel basının direnişten yana tavır alması yani Adana genelinde grevcilerden yana esen olumlu hava da Adanalı kadınları cesaretlendirmiş olmalıdır. Meşrutiyet döneminin devamı olan feminist hareket M. Kemal tarafından 1928 yılı başında fiilen, 1935’te de resmen bitirilecektir.
Grevin sona erişi
Yukarıda anlattığımız grevin beşinci gününden sonra demiryolcular arasında anlaşmazlıklar çıkmaya başladı. Daha doğrusu eylem uzadıkça, hareketin zayıf yanları ön plana çıktı. Alaaddin ve öncü işçilerin kitle üzerindeki kontrolü hızla zayıfladı. İşçi temsilcilerinin grevi canlı tutma çabaları sonuç vermedi.
Türkiye işçi sınıfı Cumhuriyetin ilk döneminde belki de tarihinin en kötü durumunu yaşıyordu. Güçlü bir siyasi destekten, siyasi örgütlenmeden yoksundu. Sendikal örgütlenmesi bile yoktu. Basın tümüyle hükümetin elindeydi ve buna karşı bir alternatif oluşturulamamıştı. En önemlisi, işçi sınıfı ideolojik olarak devletten, resmi ideolojiden kopamamıştı. Devleti yöneten egemen sınıfların temsilcilerini dost, müttefiklerini (Kürtler, gayr-ı Müslim emekçiler ve ezilenler, tek adam yönetimine karşı duran liberaller, reformist İslamcılar gibi) düşman biliyordu. Cumhuriyetin ilk döneminin, işçi hakları bakımından tarihimizin en anti-demokratik dönemi olmasının altında da işçi sınıfının bu zaafları yatıyordu.
1927 yılında, rakiplerini yok etmiş, sindirmiş, ne isterse yapabilen, kendini kabul ettirmiş bir tek adam yönetimi vardı. Genel hava işçi sınıfından yana değildi. Nadiren gerçekleşen işçi eylemleri hükümetin müdahalesiyle başarısızlıkla bitiyordu. Yenice-Nusaybin demiryolu grevi de böyle bitti.
Demiryolcular, bölgedeki ticaret, sanayi ve tarım burjuvalarının da ağır baskısı altındaydılar. Bunlar aralarında toplanıyorlar ve ilgili bakanlıklara hattın bir an önce açılması için telgraflar çekiyorlardı (s. 116). Adana-Nusaybin demiryolu grevi sadece Fransız şirketini değil, Türkiye ekonomisini de etkileyen bir grev olmuştu. Böyle olduğu için Başvekil (İsmet Bey), Dahiliye, Nafia nazırları grevle bizzat ilgileniyorlardı. Yazıyı uzatmamak için bu konuya ayrıca girmiyoruz.
Şiddet yoluyla bastırma
Grevin onuncu günü şirket müdürü Fulye, trenle, yolda hiçbir engelle karşılaşmadan Halep’ten Adana’ya geldi. Uzlaştırma kurulu Adana’da bir kere daha toplandı. Yüzde 25 zam isteğiyle greve başlayan demiryolcular, şimdi yüzde 15’e razıydılar. Fakat Fulye yüzde 7’de ısrar ediyordu. İşçi temsilcileri, daha önce yaptıkları gibi gene salonu terk ettiler ama bu sefer grev yapabilecek güçleri kalmamıştı. Bunu bilen hükümet gecenin saat on birinde işçilerin beklediği tren depoya bir polis gönderdi. Polis işçilere yarın saat sekiz buçukta herkesin iş başı yapmasını bildirdi, bu hükümetin kararıydı.
Ertesi günü polisler Fulye imzalı ve şirketin isteklerini dayatan bir ilanı işçilere dağıttılar. İşçi temsilcileri 24 Ağustos’ta grevin bittiğini bildirdiler. Şirket ve işçi temsilcileri arasında bir anlaşma bile imzalanmamıştı. Şirket istemediği işçileri işe almadı, grevin önde gelen işçilerini işten attı. Hükümet bunlara hiç ses çıkarmadı. Alaaddin grevin sonucunu tek cümleyle şöyle özetliyordu: “Hükümetin amele aleyhine geçmesiyle, amele bir şey kazanamadı.” (s. 82) Nafıa Nazırı Behiç Bey de 24 Ağustos’ta Başvekil İnönü’ye gönderdiği yazıda bunu yazıyordu: “Tedabir-i inzibatiye iyi netice vermiştir” (s. 90).
Hükümetin tavrı
Adana’daki yöneticiler, şirket yetkilileriyle sıkı fıkı ilişkiler içindeydiler. 10 Haziran’daki ilk grevde hükümet yetkililerinin tavrını takdir eden şirket, polis müdürüne ve polislere 500’er lira mükafat vermişti (s. 14). İkinci grevi engellemek için de şirket vali vekiline ve polis müdürüne yemek vermişti (s. 18). Ankara hükümetinin, başbakan ve bakanların tavrı da farklı değildi.
Demiryolcular hükümetin sonradan aleyhlerine döndüğünü zannediyorlardı ama hükümet başından beri grevin ve işçilerin karşısındaydı. Hükümet işçileri değil, emperyalist sermayeyi ürkütmemeyi, grevin yerli ticaret, sanayi, tarım burjuvalarına çıkardığı sorunlara son vermeyi, grevin işçilerin siyasi bilinç ve örgütlenme düzeyini geliştirecek sonuçlara yol açmamasını düşünüyordu. Başvekil İsmet (İnönü) daha grevin birinci gününde (11 Ağustos), Nafıa Nazırı Behiç Bey’e;
“Grevin komünist propagandasına ihtiras vesilesi olmasına mahal verilmemesi için dikkatle takip buyurulmasını bilhassa rica ederim efendim.” (s. 85) diye yazıyordu.
Behiç Bey Başvekil İsmet’e verdiği cevapta Demiryolları Genel Müdürünü Adana’ya, işçilerin “Grev yapmamalarını temine çalışma(sı)” için gönderdiğini, “Grev halinde şimendifer taburuyla işletmeyi temin etme(yi)” düşündüğünü ve “bu husus hakkında Hariciye Vekili ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye (Genelkurmay O.T) ile görüştü(ğünü)” bildiriyordu (s. 85). Behiç Bey grevi kırmak için Afyon’da bir “şimendifer taburu” hazırlamıştı. Grevin sonuna kadar, bu taburun gelip gelmeyeceği ile ilgili haberler basında yer aldı (s.114, 128). Bizim tahminimiz, grev bölgedeki güçlerle kırılabildiği için bu taburun gönderilmesine ihtiyaç duyulmadığıdır. İçten çözülmeye başlayan grevi bitirmek için Mersin’deki jandarma taburu yeterli olmuştu.
Behiç Bey’in, grevi kırsın diye Adana’ya gönderdiği, Demiryolları Genel Müdürü Ahmet Muhtar, işçi temsilcileri ile yaptığı toplantıda; Behiç Bey’i “şimendiferciler babası” olarak anlatıyordu. Ahmet Muhtar; “Behiç Bey hakikaten şimendiferciler babasıdır. Ve bu mesele için bütün gayretiyle çalışıyor” diyordu (s. 31). Gerçekten de Behiç Bey grevi ikna yoluyla, olmazsa silah zoruyla sona erdirmek için bütün gayretiyle çalışmaktaydı. Behiç Bey 1947 yılında, grev yapılan Fransız şirketinin kurduğu Cenup (Güney) Demiryolları Şirketi’nin Türkiye’deki Meclis İdare Reisliği’ne getirilecek ve şirket kapanana kadar (1957) bu görevi sürdürecektir.
BİTTİ
******
(6) Kara Fatma (Fatma Seher Erden 1898-1955) Milli Mücadele kahramanlarından biriydi. M. Kemal ona gözü karalığından dolayı “Kara” ismini vermişti. Kara Fatma’ya önce teğmenlik, 1922 yılında da üsteğmenlik rütbesi verilmiş, sonra da emekli edilmişti. Kara Fatma emekli maaşını olduğu gibi Kızılay’a bağışlamıştı.
Kara Fatma’nın yaşam hikayelerinde, onun Yenice-Nusaybin demiryolu grevindeki rolünden ve Komünist Parti ile ilişkisinden söz edilmiyor. (Ayşe Hür, Kara Fatma’nın 1922 yılı 1 Mayıs kutlamalarına katıldığını ve Sovyet Diplomatı Aralov’la tanıştığını da yazıyor.) Bu konu galiba sadece grevin öncü işçilerinden Alaaddin’in anlatımında var. Alaaddin’in Kara Fatma ile ilgili yazdıklarının doğru olduğuna inanmamak için bir sebep yok. Çünkü Alaaddin’in anlatımları, günlük basında çıkan haberlerle tamamen uyum içindedir. Yani Alaaddin hiçbir şeyi uydurmuyor. Kara Fatma’nın daha sonraki yaşam hikayesi de bize göre Alaaddin’in anlattıklarını doğrulamaktadır. Maaşını bağışlayan Kara Fatma, aklını kaçırmış kızı ve torunlarıyla baş başa işsiz, evsiz ve aç bırakılmış, maaş bağlanması isteği kabul edilmemiş, resmen süründürülmüş ve Darülacezede can vermiştir. Muhalif kadınlara, örneğin komünist şairimiz Yaşar Nezihe’ye (Bükülmez), hatta Nezihe Muhiddin’e yapılanların daha beteri Kara Fatma’ya yapılmıştır. Bunca kinin bir nedeni olmalı.
(7) İşçilerin 30 maddelik istemleri arasında şirketin Cemiyeti tanıması da vardı. Belirttiğimiz gibi işçiler sendika değil dernek kurabiliyorlardı. Adana’daki demiryolcuların üye olduğu ve toplantılarını yaptığı bu derneğin ismini ve başkanını bilmiyoruz. Mütareke döneminde (1918-1923) siyasi partiler hatta sosyalist partiler bile kurulabilmişti ama işçiler sendika kuramamışlardı.
(8) Ay dergisinin arşivi Beyazıt Kütüphanesi’nde mevcuttur.
(9) Osman Tiftikci, Türkiye’de Kadınların Seçim Hakkı Mücadelesi, Hakk-ı İntihab 1908-1935, Notabene Yayınları.