1927 Yenice-Nusaybin grevi, hem tarihsel açıdan, hem de kadınların üstlendiği roller açısından önemli. 97 yıl sonra yine bir Ağustos ayında bu grevin hikâyesini okurlara sunmak, Türkiye işçi sınıfının belleği açısından önemli
Osman Tiftikçi
Tarih 5 Mart 1998. Daha öğlen olmamış. Dünya Emekçi Kadınlar Gününden 3 gün önce, Yenice-Nusaybin demiryolu grevinden 71 yıl sonra. BTS’li (Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası) kadınlar, Haydarpaşa’da makas başında rayların üzerine oturmuşlar, sendika pankartını açmışlar, trenlerin çalışmasına izin vermiyorlardı.
KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu), grev ve toplu sözleşme hakkını içermeyen sendika yasasının Mecliste görüşüldüğü gün, 4 Mart 1998’de Ankara Kızılay meydanında direniş ve Türkiye çapında iş bırakma kararı almıştı. BTS bu karara hakkıyla uymuş, İstanbul’da ve Türkiye genelinde iş bırakmıştı. Eylem 5 Mart’a sarkınca Haydarpaşa’da Bölge Müdürü’nün ihbarı üzerine polis 32 erkek BTS kadrosunu gözaltına alarak Kadıköy karakoluna götürmüştü. Böylece grevin sona ermesi ve trenlerin çalışmaya başlaması önünde bir engel kalmamış gibi görünüyordu. Ama bu hesap tutmadı. BTS’nin örgütlü, direngen kadın üyeleri, kendi inisiyatifleriyle harekete geçtiler ve raylara oturarak eylemi devam ettirdiler. Öğleden sonra da ellerinde çiçeklerle karakola giderek, serbest bırakılan arkadaşlarını sevinç gözyaşlarıyla karşıladılar. (1)
Tarihten gelen zincir
Kadınların raylara oturarak trenleri engellemeleri ilk defa olmuyordu. 1927 yılı bahar ve yaz aylarında, bir Fransız şirketinin işlettiği Yenice-Nusaybin hattında çalışan demiryolcuların kadın ve çocukları, onlara desteğe gelen Adanalı kadınlar, çevre fabrikalarda, tarlalarda çalışan işçi kadınlar da aynı şeyi yapmışlardı. Defalarca trenlerin önüne oturan kadınlar grevin kırılmasına engel olmuşlar, demiryolu çalışanlarının haklarını almaları için mücadele vermişlerdi.
BTS’li kadınlar bunu bilmiyorlardı. Çünkü tek partili Cumhuriyet döneminde Kürtlere, gayr-ı Müslimlere, sol harekete yapılanları görmezden gelen resmi tarih yazımı, işçi eylemlerine de zararlı, tarihten silinmesi, unutturulması gereken olaylar olarak bakıyordu. Bu nedenle, o dönemdeki işçi eylemlerine ve bu eylemlerin ayrıntılarına ilişkin kaynaklar çok sınırlıdır. O dönemin günlük basını ölümlü işçi eylemlerinin bile üzerine gitmemekte, araştırmamakta, soruşturmamaktadır. Örneğin İstanbul Liman Şirketi İdaresi’nde çalışan yaklaşık 3000 işçi ve mavnacı Ocak 1927’de greve gitmişti. Güvenlik güçlerinin greve müdahale etmesi üzerine çatışma çıkmış, bazı kaynaklara göre 5 polis ve 11 grevci ölmüştü. Böyle bir eylemin ayrıntılarını bile bilmiyoruz. Çünkü 1927 yılında düzen içi muhalif basın bile yoktu. 1925 yılında Takrir-i Sükun Kanunu ile, hükümet sözcüsü olmayan, solcu, İslamcı, liberal bütün yayın organları kapatılmıştı.
Yenice-Nusaybin demiryolu grevinin ayrıntılarını, kadınların bu grevin devam etmesinde gördüğü rolü de tesadüfen öğrenebildik. Bir araştırma grubu, TÜSTAV Komintern arşivinde bulunan Osmanlıca bir metni, Balya-Karaaydın maden şirketine ait dosya sanarak incelemeye başlıyor. Fakat metnin, Yenice-Nusaybin grevini yöneten üç işçi temsilcisinden biri olan Komünist Fırka üyesi Alaaddin’in (“Fahrof yoldaş”) raporu olduğu anlaşılıyor. Rapor Türkçeye çevriliyor (transkripsiyonu yapılıyor), konuyla ilgili Cumhuriyet arşivleri, yerel ve ulusal gazeteler üzerinde çalışılıyor ve sonuçta, Şeyda Oğuz’un derlediği “1927 Adana Demiryolu Grevi” (2) kitabı ortaya çıkıyor. Grev hakkında ayrıntılı bilgileri bu rapora ve onu açığa çıkaran ekibin değerli emeklerine borçluyuz.
Dolayısıyla, lokomotifin önüne oturan BTS’li kadınların, daha önce de benzer bir eylem yapıldığını bilmemelerinin sorumluluğu, onlara ait değildi.
İlk grevler ve milliyetçilik
Demiryolu hattı bir Fransız şirketi tarafından işletiliyordu. Demiryolu çalışanlarıyla Fransız şirketi arasındaki anlaşmazlık 1927 Haziran ayında, bayram avanslarının ödenmemesi üzerine başladı. Adana tren deposunda çalışanlar greve gittiler ve polis müdahalesine rağmen eylem devam etti. Hükümet temsilcilerinin araya girmesiyle şirket avansları verdi ve grev o gün bitirildi.
Daha sonra işçiler şirkete ait bütün hat boyu çalışanlarını (işçi, memur, müstahdem) ilgilendiren 30 maddelik bir liste hazırladılar. Bu liste, Tatil-i Eşgal Kanunu gereği hükümete ve şirkete verildi sonra da görüşmeler başladı. İstemler içinde yer alan ücretlerle ilgili maddeler dışındakiler süreç içinde hükümet yetkilileri tarafından listeden çıkarıldı. Bu istemlerden biri, demiryolcuların birlikte çalıştıkları gayr-ı Müslim personelle ilgiliydi. Yeni Adana gazetesinin yazdığına göre, hatta ve idarede çalışan 850 işçi ve memurun 750’si Türk, 100’ü gayr-ı Müslimdi. (3) Demiryolcular; “Hükümetçe memuriyetleri tesbit ve tayin olunan müdür haricinde gayrı-Türk bulundurulmaması”nı istiyorlardı. Alaaddin, “Mutalebatımızda (istek listemizde O.T) bunların tardını ve yerlerine Türklerin ikamesini istiyorduk” diye yazıyordu. (4) Alaaddin, grev sırasında, polislere müdahale etmemeleri için yaptığı konuşmada da, “Makine üzerindeki Bedros’u indirip yerine bir Türk makinist koyarsanız, o zaman amele dağılıp trenin hareketine müsaade ederiz” (s. 44) diyecektir.
Demek ki Komünist Fırka üyesi Alaaddin’e göre, grev kırıcısı gayr-ı müslim değil de Türk olursa sorun kalmayacaktı! Daha önce 1923 Kasım ayında yapılan Orient Express grevinde de işçi istekleri arasında: “gayr-ı müslimler ve yabancı uyruklular aramızdan temizlensin” istemi vardı.(5) Demiryolcular ve genel olarak işçi sınıfı, devletin zorla Türkleştirme, gayr-ı Müslimleri ekonomik hayatın her alanından (işçilik ve esnaflık dahil) kovma politikasının ağır etkisi altındaydı. Devletin bu ideolojik etkisi işçi örgütlenmesi ve eylemleri üzerinde son derece olumsuz sonuçlar yaratıyordu.
‘Grev’ yasak değil ama…
Tatil-i Eşgal Kanunu (TEK), II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte patlak veren işçi eylem ve örgütlenmelerini engellemek için, 8 Ekim 1908’de geçici kanun olarak kabul edilmiş ve 27 Temmuz 1909’da kalıcı hale getirilmişti. Kanun sendika kurmayı yasaklıyor, örgütlenme hakkını dernekle sınırlıyordu.
Kanun grevi yasaklamıyordu. Cumhuriyetin ilk döneminde yapılan grevler bu kanuna göre yapılmıştı. Anlaşmazlık halinde, üç işçi, üç işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşan uzlaştırma kurulu devreye giriyordu. İşçi temsilcilerinin yetkili olabilmeleri için çalışanların salt çoğunluğunun imzalarını almaları gerekiyordu. Yenice-Nusaybin grevinde, hem hükümet yetkilileri hem de şirket, grevi işçilerin yasal hakkı olarak görmüşlerdi.
Örneğin Dahiliye Vekili, Yenice-Nusaybin hattı grevi ile ilgili olarak Başvekalete yazdığı 14 Ağustos tarihli yazıda; “Mesai serbest olduğu cihetle uyuşulamadığı takdirde grev yapmak amelenin hakkı olduğu(nu)” bildiriyordu (s. 86).
10 Haziran’da ilk grev yapıldığında Adana tren deposuna giden hükümet yetkilileri işçilere, “Tatil-i Eşgal Kanunu mucibince hareket edecek olursanız hükümet te sizinle beraberdir. Ve o zaman hakkınızı istediğiniz gibi alırsınız. Hakkınız verilmezse ancak o zaman kanun dairesinde grev yapabilirsiniz” demişlerdi (s. 13).
1936 yılında Tatil-i Eşgal Kanunu kaldırılarak yeni iş kanunu kabul edildi. Yeni kanunla Tatil-i Eşgal Kanununda bulunan hak kırıntıları da tümüyle yok edildi. Sendika kurmak, grev yapmak yasaklandı. 1938 yılında kabul edilen yeni Cemiyetler Kanunu ile işçilerin dernek kurması bile yasaklandı. Böylece başında M. Kemal Atatürk’ün bulunduğu Cumhuriyet dönemi, işçi hakları ve demokratik haklar bakımından tarihimizin en yasakçı, en anti-demokratik dönemi olarak tarihe geçti.
Büyük grev başlıyor
Demiryolcular demirci ustası Alaaddin’i, marangoz Halil’i ve şef tren Nuri Efendileri temsilci olarak seçtiler. İşçi temsilcileri yazdıkları salahiyatnameyi (yetki belgesini) imzaya açtılar ve hat boyunda çalışan 850 demiryolcunun çoğunluğunun imzasını topladılar. Ardından 30 maddelik istek listesini 1 Temmuz’da hükümete, üç gün sonra da şirkete verdiler ve görüşmeler başladı. 11, 16, 17, 18 ve 19 Temmuz’da yapılan görüşmelerde sonuç alınamadı. Bunun üzerine Ankara’dan, içinde Demiryolları Genel Müdürü Ahmet Muhtar Bey’in de bulunduğu bir heyet gönderildi. Bu heyet önce Adana’da işçi temsilcileriyle görüştü. Sonra da şirket müdürüyle görüşmek için Halep’e, şirketin ayağına kadar gitti. Heyet 8 Ağustos’ta Adana’ya geri döndü. Heyet şirketin isteklerini işçilere dayatınca, bununla da kalmayıp Ahmet Muhtar Bey; “Grev yapacak olur iseniz, bundan sonra da karşınızda bizi göreceksiniz. Grev yapın da göreyim.” (s. 37) diye tehditler savurunca, 10 Ağustos saat sekizde bütün makineler depoya alındı ve grev başladı.
Şirketin hükümetten kuvvet istemesi üzerine polis ve jandarma depoya geldiler. Saat 13’te Mersin istikametine bir tren çıkartılmak istenmesi üzerine hat üzerinde toplanan demiryolcular treni durdurdular. Bunun üzerine polisler saldırıya geçip, işçileri döverek dağıttılar. Fakat işçi temsilcilerinin olay yerine gelmesi üzerine işçiler tekrar toplandılar ve polis saldırısına taşla karşılık verdiler. Polisin havaya ateş açması üzerine, silah sesini duyan civar fabrikalardaki işçiler de koşarak olay yerinde toplandılar. Polis ateş etmeye devam ederken, jandarma da saldırıya geçti. Bunun üzerine işçiler kaçmaya başladılar, kaçamayanlar tutuklandı. Tutuklanan emekçi sayısı 32 idi. Yani 1998 yılında Haydarpaşa’da gözaltına alınan demiryolcu sayısıyla aynı. Üç saat süren bu mücadeleden sonra tren hareket etti.
Alaaddin’in raporunda, grevin ilk gününde kadınların rolü üzerine bir bilgi yok. Fakat demiryolcuların avukatı İlhami Bey 11 Ağustos tarihli Yeni Adana gazetesinde çıkan açıklamasında, işçi ailelerinin de eyleme katıldığını ve demiryoluna yattıklarını söylüyordu:
“Ameleye isnat edilen fiil nihayet bir trenin işlemesine karşı ailelerinin hat üzerine yatmış olmalarından ibarettir. Bunun bir cürüm teşkil etmeyeceği erbab-ı hukukça malum ve müsellemdir (herkesçe kabul edilmiştir O.T).” (s. 104)
Polis ve jandarmanın greve karşı tavrı, özellikle de silah kullanması, yerel basının da sert tepkisi ile karşılaştı. Yerel basın demiryolcuların eylemini haklı buluyordu.
Kadınlar işe karışınca
Grevin 3. günü demiryolcular bir treni Mamure’de (Demirkale) durdurdular. İşçiler makinisti, hareket müfettişini ve diğer müdürleri trenden indirdiler ve dövmek istediler. Emniyet güçleri müdahale edip bunları işçilerin elinden aldı ve treni hareket ettirmeye kalktı. Bunun üzerine demiryolcuların kadınları, çocuklarıyla beraber hattın üzerine yattılar ve karşı koydular. Polis bu direnişi kıramadı. Kadınlar emniyet güçlerinin saldırısını püskürtüp, karşı saldırıya geçmek için hazırlanmaya başladılar. “Kadınlar(ın) da ellerine sopalar alarak hücum etmek üzere hazırlandıklarını” (s. 49) gören şirket yanlıları, treni gerisin geri Osmaniye’ye hareket ettirdiler. Amaç takviye alarak geri gelmek ve direnişi kırmaktı. Nitekim Osmaniye’de Vali yeni kuvvetlerle birlikte trene bindi ve tren tekrar Mamure’ye geldi. Ama bu arada Mamure’deki grevcilere de demiryolu dışından gönüllü kuvvetler katılmıştı:
“Kadınları zorla hattın üzerinden atmaya çalıştıkları esnada, kadınların üzerine taarruz edildiğini haber alan yakın köylüler ve kadınları, grevci amelelere yardım etmek üzere sopalar ve kazmalarla mahall-i vakaya (olay yerine O.T) gelmişlerdir. Köylü kadınlar da iştirak edince, kadınlar trenin üzerine hücuma başladılar. Grevci amele de kadınlara bir taarruz olursa, onlar da taarruza hazırlanıyorlardı.” (s. 50)
Vali, demiryolcuların Tatil-i Eşgal Kanununa aykırı davrandıkları gerekçesiyle, askerlere süngü taktırıp kadınların önüne dikti ve onlara dağılmalarını söyledi. Buna karşılık kadınlar; “Dağılmayacağız! Ne isterseniz yapınız!” diye bağırdılar.
Kadınların direnişi karşısında çaresiz kalan Vali, yalvar yakar bir duruma düştü. Vali hükümetin hakların alınmasına yardım edeceğini söylüyor, “Allah aşkına dağılınız!” diye yalvarıyordu. Kadınlar insafa gelip treni bıraktılar (s. 50).
4. gün Adana’dan hareket ettirilmek istenen bir treni gene kadınlar engellediler.
****
(1) Eylemle ilgili olarak verdiği bilgiler için BTS kurucu kadrolarından Ayşen Dönmez’e teşekkür ederiz.
(2) 1927 Adana Demiryolu Grevi, Derleyen: Şeyda Oğuz, TÜSTAV yayınları Mayıs 2005
(3) Muzaffer Timurtaş, “Zamanıdır”, Yeni Adana, 13 Temmuz 1927.
Şeyda Oğuz’un derlemesinde Yeni Adana gazetesinin Temmuz sayılarına yer verilmemiş. Biz gazetenin Temmuz 1927 ayına ait, bulabildiğimiz sayılarını da gözden geçirdik. Gazete arşivine ulaşmamızı sağlayan Şener Ekiz’e teşekkür ederiz.
(4) Kaynak belirtmediğimiz sayfa numaraları, Şeyda Oğuz’un derlemesine aittir.
(5) Derinden Gelen Kökler 1, Maden-İş Tarihi Çalışma Grubu, DİSK Birleşik Meta-İş Sendikası Sosyal Tarih Yayınları, Temmuz 2017, s. 51
****
Yarın: Reisleri ‘Kara Fatma’