İnsan hakları mücadelesi içinde, cezaevleri çok önemli bir yer taşır. Özellikle 90’ların sonuna doğru devletin cezaevlerinde izolasyon sistemine geçiş kararının aldığının duyulması üzerine, insan hakları savunucuları olarak bizler bu alanda çalışmaya başladık.
Bilhassa “hücre tipi”, “izolasyon tipi” cezaevlerinin bir işkence yöntemi olduğunu, adeta kişiyi kendisi olmaktan çıkarmayı amaçlamış bir yöntem olduğunu, araştırmalarımızla dile getirdik. Bu konuda bir kitapçık da çıkarttık. İzolasyon tipi cezaevinin geçmişine, temeline baktığımızda bunun bir CIA projesi olduğunu tespit ettik.
Edgar Schein isimli bir profesöre Amerika’da “kişiyi kendisi olmaktan nasıl çıkarabiliriz?”, aslında daha doğru bir deyimle, “kendisinden vazgeçme noktasına nasıl getirebiliriz?” konulu bir araştırma verilmiş ve Edgar Schein’in önerisiyle bu izolasyon tipi cezaevleri gündeme gelmiş.
Bizler de devlet yetkililerinin bu kararı aldıklarını öğrendiğimizden itibaren bu konuda çok çeşitli açıklamalar ve eylemler yapmaya başlamıştık. Özellikle 99 yılı sonlarına doğru bu konudaki mücadele en üst seviyeye ulaşmıştı. Sadece İnsan Hakları Derneği değil, bu alanda çalışma yapan birçok sivil toplum örgütü, siyasi parti bir arada bir ittifak oluşturarak “izolasyon tipi cezaevlerine” karşı mücadele veriyorduk.
Bu konuda aydınlar ve sanatçılar da görev almışlardı. Birçok kez hem cezaevindeki mahpuslarla görüşmüşler hem de Adalet Bakanıyla görüşmeler yapmışlardı. Sokak eylemleri çok yoğundu ve tüm toplumun desteğini alıyordu. Bütün bu gelişmelere karşı maalesef ki 19 Aralık 2000 tarihinde devlet tüm silahlı güçleriyle birlikte cezaevlerine girdi.
Bu operasyonda 30 insan yaşamını yitirdi. O günü çok iyi hatırlıyorum. Biz bir cezaevinden bir cezaevine, Adli Tıp’tan hastanelere koşturup duruyorduk. O ailelerin acıları bugün gibi gözlerimizin önünde…
Benim en çok hatırladığım Rıza Poyraz ve Rıza Poyraz’ın annesi Elif ablaydı. Rıza Poyraz, bu operasyondan kısa bir süre önce gözaltına alındığı Beyoğlu Emniyeti’nden camdan aşağı atıldığı iddiasıyla hepimiz tarafından bilinen bir kişiydi. Çok yoğun işkence görmüş bir mahpustu ve tutuklanarak cezaevine konulmuştu. 19 Aralık’ta ağır yaralanan mahpuslardan biri de Rıza Poyraz’dı.
Rıza Poyraz’ın götürüldüğü hastaneye gittiğimizde Elif abla, eşi ve diğer çocukları hastanenin önünde ağlayarak bekliyorlardı. Biz doktorlarla konuştuğumuzda, Rıza’nın durumunun çok ağır olduğu, yaşama ümidinin olmadığı söylendi. Dışarı çıktığımızda ağlayan Elif ablaya ben bunları söyleyemedim; “İyi olacak, iyileşecek umudunu kaybetme” diye, belki de istemeden de olsa ona yalan söyledim.
Ertesi gün Rıza Poyraz yaşamını yitirdi ve cenazesi diğer mahpuslar gibi Adli Tıp morguna götürüldü. Elif ablaya bunu nasıl söyleyeceğimizi bilmiyorduk. Ve O’na Rıza’nın Adli Tıp’a götürüldüğünü ve oraya gitmemiz gerektiğini söyledik
Elif abla Adli Tıp’ın ne olduğunu bilmiyordu. Orayı da başka bir hastane zannetti ve büyük bir heyecanla yola koyulduk. O kadar kötüydü ki o anlar, yani bir insanın çocuğunun öldüğünü biz biliyorduk ve anne sanki onu başka bir hastaneye görmeye gidecek gibi heyecanlıydı.
Biz yine hiçbir şey söyleyemedik. Adli Tıp morgundan içeri girdi Elif abla ve dışarı çıktığı anda zaten yere yığıldı. O anı hiçbir zaman unutmuyorum. Gerçekten sanırım bir annenin yaşayabileceği en kötü andı, o an…
Poyraz ailesi, Sivaslı bir Kürt aileydi. Çocuklarının cenazesini aldılar, büyük bir acı içinde defnettiler. Ve Elif abla o günden sonra bir daha hiç kendine gelemedi. Ailece Türkiye’yi terk ettiler, Kanada’ya gittiler. Çünkü o burada “her şey bana Rıza’yı hatırlatıyor” diyordu. O nedenle de Türkiye’de kalmak istemedi. Ve bir süre sonra da kansere yakalandı.
Türkiye’ye her yıl geldiğinde ofisimize gelir ve hiç konuşmadan sadece ağlardık. Gözlerimizin içine dolu dolu bakar ve ağlamaya başlardı. Rıza’yı hiç unutmadı ve onun acısıyla kanser oldu ve bir süre sonra da Elif abla da yaşamını yitirdi.
19 Aralık 2000 tarihinde devlet tüm silahlı güçleriyle cezaevinde kendisini savunamayacak durumda olan insanları, cezaevine girerek katletti. Ve bu nedenle açılan davaların hiçbirinden maalesef bugüne kadar hiç kimse ceza almadı. Cezasızlık her daim olduğu gibi hala devam ediyor.
Bu operasyonun yapıldığı yıllarda tabii ki militarizmin siyaset üzerindeki egemenliği son derece açıktı. O tarihlerde, 19 Aralık 2000 cezaevi operasyonu kararını alan merkezlerden biri, tabii ki Genelkurmay Başkanlığı’ydı.
İsmail Hakkı Karadayı Genelkurmay Başkanı’ydı.
Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanı.
Bülent Ecevit Başbakan’dı.
Hikmet Sami Türk Adalet Bakanı’ydı.
Saadetin Tantan ise İçişleri Bakanı’ydı.
Bugüne kadar hiçbiri bu operasyon nedeniyle hesap vermediler.