15 Temmuz darbesinin yıldönümü törenlerle kutlanacak. 1980 darbesine kadar 27 Mayıs darbesi, ‘Hürriyet ve Anayasa Bayramı’ diye kutlanırdı. Şimdi kim bilir hangi darbeye kadar ‘Demokrasi ve Milli Birlik’ bayramını kutlayacağız. Bu sene milletçe beşinci sene-i devriyesini idrak edeceğimiz bu olayın ne olduğu hakkında halen tutarlı bir anlatı olmaması başlı başına bir skandal, ama ana muhalefet şaibelerin üzerine yeterince yürümüyor; kendince nedenleri vardır elbet.
15 Temmuz’u Gülen ile Erdoğan arasında bir kayıkçı kavgası olarak ele almak bir yere kadar anlamlı olsa da 80 küsur milyon nüfuslu bir ülkenin bütünü için ortaya çıkardığı sonuçlar açısından anlamı üzerinde durmak gerekiyor. Örneğin, milli bayram ilan edilmesi önemsiz bir ayrıntı değil. Bir milat iddiası taşıyor. O halde, neyin miladı olduğu sorulmalı.
AKP iktidarı, diğer sağ ya da sosyal demokrat hükümetlerden farklı olarak başlangıcından bugüne iki tarihsel vaka ile hesaplaşmayı gündeminin başına koydu. Bunlardan birincisi, 28 Şubat 1997 müdahalesiydi. Bu olayın sonuçlarını tersine çevirerek rövanş almanın Ergenekon ve Balyoz davalarını da içeren birinci restorasyon sürecinin temel hedefi olduğu görülüyor. 15 Temmuz darbesi sonrasında başlayan ikinci restorasyon döneminin ise görünürdeki ‘Fetöcülükle mücadele’ katmanının altında, tarihsel izleği ve hedefi genişleterek benzer bir hesaplaşmayı 1961 Anayasası ile yapma eğiliminde olduğu görülüyor.
Türk sağının 27 Mayıs ile olan problemi de iki katmanlıdır. Birincisi, liberal demokratik bir tavır olarak darbe karşıtlığıdır. 27 Mayısçılar, seçilmiş bir hükümeti zorla iktidardan uzaklaştırmış, seçilmiş yöneticileri hapsetmiş, yargılamış ve üç tanesini de idam etmiştir. Böyle bir hadiseye karşı olmak için sağcı olmak gerekmez. Türk sağına özgü itiraz, ikinci katmanda, 1961 Anayasası olarak ortaya çıkar. Bu anayasa, bugüne kadar Türkiye coğrafyasında görülmüş en demokratik yasa metnidir. Nitekim gerek daha sonra kurulan sağcı hükümetler gerekse de 1971 ve 1980 askeri müdahaleleri, hep bu anayasa ile biçilen elbisenin Türkiye toplumuna ‘bol geldiği’ argümanını kullanmış, 1961 anayasasının tanıdığı hak ve özgürlükleri kısıtlama ve sınırlama amaçlı değişiklikler yapmıştır.
Türkiye’de örgütlü sivil toplumun kısa tarihine bir bakış, Türk sağının 27 Mayıs’a yönelik nefretinin idamlar, vesayetçilik gibi yüzeydeki ‘demokratik’ argümanlar katmanının altında ekonomik çıkarlar bağlamında bir sınıf nefreti olduğunu gösteriyor. 1961 Anayasası, cumhuriyet tarihinde ilk kez meslek örgütleri ve işçi sendikalarının demokratik ve bağımsız örgütlenmesini yasal güvence altına almıştır. Öncesinde, ülkeyi CHP diktasından kurtardığını iddia eden Demokrat Parti (DP) hükümeti on yıllık iktidarı boyunca bu yönde hiçbir adım atmamıştır. Çünkü DP, Türk sağı adına ve sağ ideolojinin taşıyıcısı olan egemen sosyal sınıfın temsilcisi olarak ülkeyi yönetmiştir. 1930’ların rejimi altında oluşturulan Kemalist korporatizm, bu ‘demokrat’ iktidarın iradesi ile değil 1961 ‘darbe’ anayasası ile aşılabilmiştir.
15 Temmuz miladı ile birlikte başlayan ikinci restorasyon dönemi ve onun yürütücüsü olarak Erdoğan rejimi, kendini görünürdeki Fetö’nün çok ötesinde, 1961 Anayasası karşısında konumlandırıyor. Türk sağının sınıfsal programı gereği, bu anayasal zeminde oluşmuş bağımsız toplumsal örgütlenmeleri ortadan kaldırarak sivil toplum yerine bir ‘resmi toplum’ oluşturmak amaçlanıyor. Bugün barolara vurulmakta olan darbe, kıdem tazminatı hakkını gasp etme girişimi ile işçi sendikalarına ve emek örgütlülüğüne yönelmiş saldırıyı takip etmiştir. Bundan sonraki saldırının TMMOB başta olmak üzere bütün meslek örgütlerine karşı yayılarak sürmesi beklenmelidir. Barolar, sendikalar ve meslek örgütleri Türkiye’de sivil toplum dendiğinde akla gelebilecek üç temel yapıdır.
Demokrasi, resmi bayram tarihlerinde değişiklik yapan diktatörler tarafından değil örgütlü toplum tarafından kurulabilir. Bağımsız toplum örgütlerine saldırmak, temel hak ve özgürlüklere yani demokrasiye saldırmak anlamına gelir. Bugün karşı karşıya olunan sorun, yüzeydeki vesayetçilik-İslamcı liberalcilik çatışmasından daha ciddi boyutlara sahiptir. Erdoğan rejimi, yüz yıllık Türk sağı projesinin son taşeronudur.