“İdeolojik otoritesi olmayan bir iktidar, zorba olmak zorundadır.” Betrand Russell
15 Temmuz gecesi televizyon başında yaşananları izlerken darbe başarılı olsa da, olmayıp girişim olarak kalsa da, sonuçta demokrasi mücadelesi yürütenleri hedef alacağını öngörmüştük. Dolayısıyla 15 Temmuz gecesi ve ardından yaşananları, sonu belli eski Türk filmlerini izler gibi izledik…
Darbe girişimi başarılı olmadı! Ama OHAL ilan ederek sağladığı otoriter düzen sayesinde AKP iktidarı, 15 Temmuz öncesinde belirlediği ekonomik ve siyasi hedeflerin önünde engel olarak gördüğü güçleri tasfiye etti.
Otoriter düzeni sağlamak için önce demokrasinin zaten cılızlaşmış olan unsurları tamamen etkisiz hale getirildi. Yürütme ve yargının yanı sıra yasama organı, parlamento da işlevsizleştirildi; burjuva demokrasisinin özü kabul edilen yasama-yürütme-yargı tek elde toplandı. Öte yandan çıkartılan KHK’lerle demokrasinin teminatı olan üç temel özgürlük alanı baskı altına alındı. Bunlar, muhalif gazete ve televizyonların kapatılmasıyla, basın özgürlüğü; “Bu suça ortak olmayacağız” metnini imzalayan Barış Akademisyenleri’nin birçoğunun üniversitelerden tasfiye edilmesiyle sonlandırılan akademik özgürlükler ve hükümetin politikalarına karşı en örgütlü güç olan KESK üyelerinin kamu görevinden ihraç edilmesiyle tırpanlanan örgütlenme özgürlüğüydü.
Evrensel insan haklarının, özgürlüklerin ve demokrasinin kırıntılarının dahi kalmadığı otoriter düzende; ekonomik ve siyasi baskılar eş zamanlı ilerledi. Önce -darbe girişiminin üzerinden henüz iki hafta geçmişken- kamu kaynaklarını sermayeye aktarmak üzere iktidarın kontrolüne veren Varlık Fonu yasalaştı. Ardından grev yasakları geldi. Baskı ortamından yararlanarak, emekçilerden zorla BES (Bireysel Emeklilik Sigortası) kesintisi yapılması, kiralık işçilik gibi düzenlemeler uygulamaya konuldu. Böylece çalışma standartları ve sosyal haklar daha da gerilerken işsizlik, yoksulluk ve iş cinayetleri de alabildiğine arttı.
7 Haziran seçim yenilgisinin ardından ideolojik hegemonyayı kaybeden AKP, başarısızlığının sorumlusu olarak gördüğü HDP’yi ve Kürt siyasi hareketini pasifize etmek için OHAL hukuksuzluğuna dayanarak, DBP’li belediyelere kayyum atadı; HDP eş başkanları başta olmak üzere birçok siyasetçiyi tutsak etti.
15 Temmuz bahanesiyle oluşturulan OHAL düzeninin doğrudan hedefi; demokrasi mücadelesi yürütenler, emekçiler ve Kürtler oldu. Ama bu kadarla kalmadı, ardından OHAL düzenini kalıcı hale getiren ve Türkiye’de otoriterizmi esas alan bir rejim değişikliği gündeme geldi. 16 Nisan 2017’de yapılan referandum, Türkiye’de demokrasi ve hukuk düzeninin tüm izleriyle silinmesini amaçlıyordu. Şaibeli bir seçimle meşrutiyet ortadan kaldırarak Erdoğan’ı “tek adam” yapan Anayasa değişikliği kabul edildi. Ardından 24 Haziran 2018’de yapılan seçimlerle “tek adam”a dayanan “istibdat” rejimi resmen yaşama geçmiş oldu.
Küresel rekabette engel olarak görülen demokrasi ve hukuk düzeninin ortadan kaldırılıp, iktidarın tek elde toplandığı otoriter bir düzenin inşa edilmesi, ulusal ve uluslararası sermaye tarafından desteklendi. 16 Nisan referandumu ve 24 Haziran seçimlerinde aksi yönde çalışma yürütmüş ama sermaye ile çıkarları çatışmayan kesimler (CHP, İYİ Parti vb) ise -ara sıra mahcup eleştirilerde bulunsa da- kısa zamanda, demokrasi vs gibi kaygıları bir kenara koyup, yeni rejimi kabullendi.
Darbe girişiminin üzerinden 4 yıl geçti. Türkiye, MHP-AKP ile AKP’nin ülkeyi kurtaracağı vaadiyle iktidara geldiği “derin güçler”in işbirliğiyle yönetiliyor bugün. Parlamentoda muhalefete söz hakkı tanınmıyor. Yargıda haktan, hukuktan, adaletten söz etmek mümkün olmadığı gibi, savunma hakkının teminatı barolar da etkisiz hale getirilmek isteniyor. Parlamento ve yargı saray tarafından kumanda edilen, vitrin süsü kurumlar haline dönüşmüş durumda. Bürokrasinin her kademesi iktidardakilerin kadrolaşma alanı haline geldi, liyakat umursanmıyor. Yerel yönetimler kayyuma devredilmiş, halkın iradesi yok sayılıyor. Kısacası ülke, akıldan, bilimden ve demokrasiden uzak, toplumun ihtiyaçları değil saray çevresinin çıkarları doğrultusunda yönetiliyor.
Basın özgürlüğü olmadığı için halkın büyük bölümü gerçeklerden bihaber, iktidar sosyal medyayı da engelleyerek gerçeklerin üzerini tamamen örtmeye çalışıyor. Dış politikada, ekonomide, sağlıkta ve diğer pek çok alanda yanlış politikalar ülkenin bugününü ve geleceğini karartırken, hakikatleri ortaya çıkarması, toplumla paylaşması beklenen üniversitelerden ses çıkmıyor. Mücadele yollarının tamamen kesilmesi amaçlandığından, sendika ve demokratik kitle örgütleri baskı altına tutuluyor. Cezaevleri, iktidara biat etmeyen siyasetçi, gazeteci, aydın ve hak mücadelesi verenlerle dolu…
“Allah’ın lütfu” olarak gördükleri 15 Temmuz sayesinde tesis edilen otoriter düzenden yararlanalar ise; emeği, doğayı engelsizce ve sınırsızca sömüren sermaye ve iktidarı elinde bulundurmanın nimetlerinden yararlanan küçük bir azınlıktan ibaret.
4 yıldır yaşananlar, ilk günden öngördüğümüz gibi sürüyor ama film henüz bitmedi. Bu ülkenin, her şeye rağmen tebaa olmaya karşı sesini yükseltecek; demokrasi için, hakları için, insanca yaşamak için mücadele edecek dinamikleri var hâlâ!