Kürtler, Türkiye ve Ortadoğu bağlamında 15 Ağustos önemli bir tarihsel dönemeçtir. DAİŞ sonrası için de global ölçekte bir etkiye sahip olduğunu belirtmek abartılı olmasa gerek. Eğer bu hareketin geçiş süreçleri, dönüşüm aşamaları incelenirse meselenin derinliği de anlaşılır.
Maalesef gerek içeride, gerekse dışarıda bu tarihsel dönemeci anlamak ve anlamlandırmak yerine daha ziyade ezberler, özlemler, duygular ve dogmalar üzerinden bir yaklaşım mevcut. Bu durumda öznel eğilimler ne olursa olsa gelişim söz konusu olamaz ve kazanım da elde edilemez. Daha da ötesi kazanımları göremeyenin, ki böylesi bir pozisyonda ciddi bir sayı var, yeni kazanımlara odaklanması da mümkün değil.
Bu yazının sınırları ölçüsünde sadece bir konuya değinmek mümkün. Mesela teritoryal egemenlik isteminden toplumsal egemenliğe geçiş hala anlaşılmış değil. Literatürde yeterince işlenmediği gibi bundan dolayı dönüşüm sürecinin tanımlanması da eksik kalmaktadır.
Liberal dünya ithal ikameci, ulusal ekonomiye dayalı, teritoryal egemenliği esas alan siyasetten global ölçekli, ihracata dayalı, mal ve finans hareketlerinin serbestiyetini esas alan bir sürece geçiş yaptı. Böylesi bir dönemi salt merkezi gücü koruma, çevre bölgeleri ve devrimsel hareketleri buna kurban etme anlayışıyla karşılayan Sovyet yaklaşım tuzla buz oldu. İdeolojiden ziyade politik pratik, mekanla sınırlı yaklaşım, bürokratik ve dogmatik anlayışın kurumsallaşması ve birey özgürlüğün üzerine adeta çökmesi, sistemi de sürdürülemez hale getirdi.
Liberalizm merkezi devlet, mutlak egemenlik yerine bireyi esas aldı. Eşitliğin ve özgürlüğün yerine güç ve iktidarı ikame etti. Şimdi bu egosu şişik sermayedarlar mutlak egemen olduklarını düşünmekte, bırakınız dünyayı uzayı ve marsı fethe yeltenmektedirler.
Bölgemizde en muhafazakar olan Türkiye Demirel’in deyimiyle, Adriyatikten Çin Seddine söylemini, Erdoğan eliyle yeni Osmanlı veya başka çevrelerce Turan söylemini teritoryal egemenliğin ötesinde bir arayışın zorunluluğu olarak kullandılar. Ama global bir ekonomik güç olmak yerine hala geçmişin referansları da kendilerinin handikabı. İran’da mezhebi yayılımı zaten teritoryal egemenliği aşan net ve aşikar bir yaklaşımdır. Elbet mezhepcilik de sınırlıdır. Fakat iki devlet de sınır ötesinde savunmalarını yapmaya başlamakla söylem değişimini eş düzeyli götürmektedirler.
Gerek bölgesel gerekse global dönüşüm trendlerine Kürtlerin duyarsız kalması mümkün değil. Teritoryal egemenlik, lokal sınırlarla örülü talepler ve çalışma şekli iç dinamikleri harekete geçiremediği gibi, demografik olarak farklılıkları barındıran, coğrafi olarak ana toprakların dışına taşmış bir toplumu bulunduğu realiteden uzaklaştırıp salt lokal istemlerle sınırlandırmak hergeçen gün siyasi daralmayı büyütmektedir.
Özerk yönetim, demokratik toplum, konfederal sistemler ya da tabandan örgütlenme ve katılım, kolektif değerlerin geliştirilmesi gibi kavramlar yeniden üzerinde düşünülmeyi gerektiren kavramsal yaklaşımlardır. Lokal talepleri gözetmekle birlikte toplumun genişlemesini, yayılımını, etkileşimini de gözeterek kapsayıcı bir boyut ortaya çıkmıştır.
Egosu şişik, gökyüzünü fethetmeye, marsı kolonileştirmeye çalışırken, dünyadaki canlı hayatı, ekolojiyi virane edenlerin yaptığının doğru olmadığı aşikar ve bu alternatif bir yapılanmayı, korunmayı gerektirmektedir. Tam da böylesi dönemde Ekoloji, Kadın özgürlüğü, kolektif değerlerin önem kazanması yeniden yeniden anlamlandırılması önem arz eder.