50 yıl önce 150 bin işçi İstanbul ve Kocaeli’de ayağa kalktı. Fabrikalar boşaldı. Meydanlar, ana yollar işçi seline dönüştü. Dönemin tanığı Mehmet Atay, “Bu birikimlerden ders alarak yeni bir örgütlenmede ve ortak paydada buluşmak gerekiyor” dedi.
Yadigar Aygün/İstanbul
50 yıl önce 150 bin işçi İstanbul ve Kocaeli’de ayağa kalktı. Fabrikalar boşaldı. Meydanlar, ana yollar işçi seline dönüştü. 1970 yılında yaşanan 15-16 Haziran büyük işçi direnişi, işçi sınıfının tarihine yazılarak hala işçi sınıfına ışık tutuyor. 1970 yılında Dönemin Adalet Partisi(AP) ve CHP’li milletvekilleri 247 sayılı Sendikalar Kanunu ile 275 sayılı Grev ve Lokavt Kanunu’nda değişiklik yapılması için ayrı ayrı taslak hazırladı. Bu taslaklar komisyonda birleştirilerek tek taslak haline getirilerek Meclise sunuldu. Bu kanunla birlikte sendikal örgütlenmenin engellenmesi ve grev hakkının kısıtlanmasını amaçlıyordu. DİSK’i fiili olarak kapatmak istiyorlardı. İşçiler, buna karşı 15-16 Haziran büyük direniş kararını aldı. O dönemin tanığı ve eski DİSK Genel Sekreteri Mehmet Atay ile konuştuk.
- 15-16 haziran büyük işçi direnişi bugünde işçi sınıfına ışık tutuyor. 15-16 Haziran Büyük işçi direnişine gelinen süreci biraz anlatır mısınız?
1950’li yıllar giderek sanayileşmenin başladığı, işçilerin sayısal olarak artığı bir süreçtir. 1960’lı yıllara baktığımızda Türkiye’de 1961 Anayasa’sı sonucunda oluşan özgürlük ortamı oluştu. Türkiye Anayasası’nda ve Dünya’da ilk defa anayasaya giren işçi hakları var. Bununla beraber işçi eylemleride ivme kazandı. Özellikle 46. madde sendikalaşma hakkı ve anayasadaki 47. madde grevleşme hakkının girmesi çok önemliydi. Anayasaya bu hakların girmiş olması sonraki iktidarların bu hakları engellememesini sağladı. Yasa değiştirmek o kadar kolay değil o yıllarda. Egemenler, sendikalar çoğaldıkça 6 ay sonra sendikaları kapatıyorlardı ve yeniden düzenler yapılıyordu. Geriye doğru baktığımızda Türkiye’de demokrasinin görkemli dönemi 1965-1971 arasıdır. Demokrasi sadece verilen hakların kullanılması değildir. Asıl demokrasi yeni haklar elde edebilmek için toplumun meşruiyetini, haklarını geliştirecek şeyler yapabilmektir. O dönemde Türkiye İşçi Partisi’nin, anti-emperyalist bilincin gelişmesinde, işçi sınıfının gelişmesinde çok büyük katkısı vardır. Gençlik hareketi de o yıllarda devletten bağımsız olarak iktidarların karşısında bir gençlik hareketine dönüştü.
İşçiler DİSK’i savunma kararı aldı
DİSK durup dururken kurulmadı. DİSK, siyasetin karşısındaki muhalefetti. DİSK, hızla kurulduktan sonra özellikle özel sektörde, montaj sanayide, pek çok grev örgütleme de, eylemde yer aldı. Önce fabrikalarda pasif direnişlerle başladık. Baktı yetmiyor direniş ve işgale dönüşerek fabrikalar işgal edildi. Bunlar o güne kadar Türkiye toplumun alıştığı şeyler değildi. Sermayeye karşı topyekün bir işçi emekçi muhalefeti oluştu. Kendisi için sınıf olmaktan kendisi olmak için bilince dönüştü. Bu eylemleri, 15-16 Haziran’a doğru akan bir ırmak düşünün. Çayların, derelere, derelerin denizlere akması gibi düşünün. En sonunda iktidar ve egemen güçler baktılar ki DİSK ile mücadele edemiyorlar. DİSK’i kapatmak istediler. İş kolundaki sendikalar için 3’te 1’lik üye sayısını sağlamayan sendikaların söz hakkı yoktur gibi bir maddeleri geçirmeye çalıştılar. Bu DİSK’in resmi ve filli olarak kapatılması anlamına geliyordu. Aylarca mücadele ettik. Türk-İş sendikası da egemenlerin yanında yer aldı. 1970 yılında Erzurum’da Türk İş-in kongresi toplandı. O kongrede dönemin Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk DİSK’in ‘Çok yakında DİSK’in çanına ot tıkayacağız’ dedi. Büyük bir hazırlık içerisinde oldukları bu sözden belliydi. Düşününki bu bir devletin makamlar kurulunda, işçilerin haklarını koruması gereken kişinin ettiği laftı. Biz bu süreçte kahvelerde, mahallelerde, toplantılar yaptık. Benim bölgem Bakırköy, Eyüp, ve Sarıyer tarafıydı. Günlerce kahve toplantıları yaptık. İş yerlerinde eğitim toplantılarıyla işçilere bunun nereye doğru gittiğini anlattık. İşçi komiteleri kuruldu. En son 14 Haziran günü DİSK’in Merter’deki binasında iş yeri temsilcileri, şube yöneticileri, ve DİSK yöneticileri ile toplandık. İşçilerle ne yapacağımızı tartışarak işçiler, oy birliğiyle DİSK’e sahip çıkma ve DİSK’i savunma kararı aldılar.
Dört koldan büyük yürüyüş
- O dönemin tanığı olarak o günlerde yaşananları anlatır mısınız?
15 Haziran 1970’te ilk olarak protesto eylemleri başladı. İlk gün 70 bin işçi fabrikalarda iş durdurdu. Daha sonra fabrikalardan çıkarak yürüyüşe geçtiler. Anadolu Yakasından Ankara Asfaltı üzerinden Kartal’a doğru yürüdüler. Eylemlere Avrupa Yakasındaki işçilerde katıldı. Eyüp bölgesindeki işçiler Topkapı’ya yürüdü.Bakırköy’deki fabrikalarda çalışan işçiler Londra Asfaltı’nı trafiğe kapattı. Levent Bölgesi’ndeki işçiler de Şişli-Taksim yönüne yürüdü. İşçiler Başbakan Süleyman Demirel’in kardeşi Şevket Demirel’in ortağı olduğu Haymak fabrikasını işgal edince Kartal Maltepe’deki 2. Zırhlı Tugay’a ait birlikler fabrikayı kuşattı. Tuzla-Çayırova fabrikalarından çıkan işçiler de yolu keserek Gebze’ye doğru yürüyüşe geçti. İzmit bölgesindeki işçiler de iki koldan İzmit’e yürüdü.
Geleceklerine sahip çıktılar
16 Haziran’da İstanbul’un her yerinden işçiler yeniden harekete geçtiler, yolların üzerinde polis ve asker barikatları ile karşılaştılar. Levent’te, Ankara asfaltında ve Kadıköy’de sabah 8’den itibaren işçiler polis ve askerle çatışmaya başladılar. İstinye ve Levent’te toplanan işçiler Taksim’e doğru yürüyüşe geçmişlerdi. Levent’teki Tekfen fabrikası önünde polis en önde yürüyen kadın işçilere saldırıya geçti. Kadın ve erkek işçiler bu saldırıya karşılık verdi. Eyüp, Gaziosmanpaşa ve Topkapı’dan gelen işçiler valiliğe kadar çatışa çatışa yürüdüler. Kadın işçiler en önde yürüdü. Barikatlar da işçilere engel olamamıştı. Kadıköy’de Otosan önünde toplanan işçilere polis silahla saldırdı. İşçiler geri çekilmedi. Barikatları yararak ilerleyen işçiler, Yoğurtçu Parkı yakınlarında tekrar polisle ve askerle çatıştılar. Bu olaylar sırasında Yaşar Yıldırım, Mustafa Bayram, Mehmet Gıdak adlı 3 sınıf arkadaşımız hayatını kaybetti. Taksim’deki işçilerle buluşmak için Eminönü’ne gelen işçiler köprülerin açıldığını, vapur seferlerinin durdurulduğunu gördüler. Fakat bu engeller işçilerin mücadelesinin önüne geçemedi. Yürüyüşlere pek çok fabrikadan 150 bine yakın işçi katıldı. Kontrol edilemez, kitlesel bir yürüyüşe haline geldi. Sadece DİSK’e bağlı işçiler değil Türk-iş’e bağlı fabrikalardanda işçiler bizimle birlikte yürüdü. Türk İş-te bu kadar yankı bulacağını tahmin edemedik. İşçilerde dört koldan geleceğine sahip çıkıyordu. İşçiler, alternatif bir sendika istedikleri zaman onun yaşıyor olması gerekiyordu. Böyle bir boyutuda var.
Sıkıyönetim ilan edildi
Böyle büyük kitle hareketler hele böyle büyük bir şeyi kimse hesap edemedi. Bizde edemedik, siyasal iktidar da edemedi.. Bu direniş sınıf kardeşliğini ortaya koydu. Bulundukları bölgelerde DİSK’li yada Türk İş-li işçilerin birliktelik için hazır olduğu ortaya koydu. Böyle bir görkemli bir direniş oldu. 16 Haziran’da direniş ancak sıkıyönetimle durdurdu. 17 Haziran’da Taksim’de yapacağımız eylemi yapamadık. Sonraki günlerdede büyük fabrikalarda 6-7 gün eylemler ve direnişler devam etti. Sonrasında DİSK’in yöneticileri tutuklandı. Mahkemelerde artık işçiler yargılanan değil yargılayan konumdaydı. Hatta unutmam bir duruşmada mahkeme başkanı cübbesini kürsüye çarpıp duruşmayı terk etmişti. Arkanızda güçlü bir sınıf hareketi, varsa ilerleme gücünü sağlıyor. TİP kapatıldı ama DİSK’in kapatılmaması için yasa iptali için anayasa mahkemesine başvuru yapmıştı. CHP’de sonradan TİP’e destek vererek yasa iptali için başvuru yaptı. TİP’in açtığı davayla DİSK’in fiilen kapatmaya yönelik yasası iptal edilmiş oldu. DİSK kurulduğu zaman 30 bin kişiydi. 12 Eylül 1980 yılına geldiğinde 600 bin kişiydi. 13 yılda bu kadar büyümüş örgüt yoktu. Türkiye’de ve Dünya’da ki anti-emperyalist, sol, sosyalist bilincin tırmanışının getirdiği sonuçlardı. O sonuçlar sonrasında ortaya çıkan tabloydu. Artık bunu durduramayacakları için 12 Eylül Darbesi gerçekleştirildi. Bir çok şeyi 2 darbeyle ancak durdurabildiler.
‘Yeni bir örgütlenme gerekiyor’
- Bugünde işçilerin sendikalı oldukları için işten atılıyor. İşçilerin örgütlenmelerine engel olunuyor. Siz o günlerin tanığı olarak bugün işçi sınıfına ve topluma bu baskılara karşı neler öneriyorsunuz?
İşçi sınıfın tarihinde bütün bu birikmişleri var. 1990’larda Bahar Eylemleri ve Zonguldak Madenci Yürüyüşü iki önemli eylem var. Gezi direnişi çok şeyi ortaya çıkardı. Gezi, zamanın ruhuna uygun bir üst tepki olarak ortaya çıkmıştı. Potansiyel yakalandığı zaman nelerin yapılabileceğini, dinamizmin her zaman ortaya çıkacağını gösteriyor. Gençler keşke o gün yaşasaydık diyor. Gençler, her dönemin ruhu ve mücadele dinamikleri var. O günlerde bizim için hiç kolay değildi. Biz çoğu şeyi el yordamıyla buluyorduk. O kadar büyük kitle hareketleri yoktu. Görünür ve görünmez bir baskı ortamı var. İşsizlik diye korkunç bir hadise karşı karşıyayız. 1960’lı yıllar böyle değildi. Biz üniversiteyi bitirirken işimiz olmayacak diye düşünmezdik. Mühendisin, doktorun iş bulamaması olmadı ama bugün bakıyoruz mühendisler şöförlük, inşaat mühendisi polislik yapıyor. İşsizlik tehditi günümüzde insanları pek çok şeyden mahrum bırakıyor. Gezi bunun için yeni bir ön ayak yeni bir boyut oldu. Gezi’ye dönüp bakarak nerede eksik kaldığını tartışmamız gerekiyor. Yeni bir örgütlenme, düzenlemeye ve ortak payda bulmaya çalışmak gerekiyor.