Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’ndeki 14 Temmuz direnişinin üzerinden 40 yıl geçerken, 78’liler Derneği Başkanı Hüseyin Barış: ‘Kürtlerin tarihinde 28 isyan oldu ama hiçbirinde sisteme karşı bu kadar başkaldıran ve direnen çıkmadı. halk için, toplum ve bütün halklar için mücadele ediyorsak; biz o nedenle yol ve yöntemlerimizi devam ettirmek için vazifemizi yerine getirerek direnmeliyiz’ diyorlardı.’
Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde, insanlık dışı işkencelere karşı 1982 yılında verilen direniş, toplumsal hafızalardaki yerini koruyor. Devletin Kürt’e yaklaşımını, Kürt’ün ise direnişini sembolize eden 5 No’lu Cezaevi’ndeki uygulamaların üzerinde 40 yıl geçti. Cezaevinde tutulan PKK’li tutukluların ağır işkencelerden geçirildiği, insanlık dışı uygulamalara maruz kaldığı cezaevinde, PKK’nin öncü kadrolarından Mazlum Doğan, 1982 yılının 21 Mart Newroz’un da üç kibrit çöpünü yakarak yaşamına son verdi. Doğan’ın karanlığı dağıtmaya çalıştığı eylem, daha sonra 18 Mayıs 1982’de “Dörtler” olarak bilinen Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner kaldıkları hücrede kol kola girerek bedenlerini ateşe verdi. Cezaevindeki vahşetin ağırlaştırılarak sürdürülmesi üzerine bu sefer PKK’nin öncü kadrolarından Mehmet Hayri Durmuş, yargılandıkları mahkemenin 14 Temmuz 1982’de görülen duruşması sırasında; ölüm orucu eylemi başlattıklarını dünyaya duyurdu. Bu eylem sırasında 9 Eylül’de Kemal Pir, 12 Eylül’de M. Hayri Durmuş, 15 Eylül’de Akif Yılmaz ve 17 Eylül’de ise Ali Çiçek yaşamını yitirdi.
55 kişi yaşamını yitirdi
16 Mayıs 1981 yılında gözaltına alınan, 2 ay sonra tutuklanan ve 10 yıl 5 No’lu Cezaevi’nde kalan Diyarbakır 78’liler Derneği Başkanı Hüseyin Barış, maruz kaldığı ağır işkence ve tanık olduğu vahşeti Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Müjdat Can’a anlattı.
Hüseyin Barış, 12 Eylül darbesi öncesinde dünyada 68 hareketlerinin oluştuğunu ve Türkiye’de de bir uyanış sürecinin başladığını söyledi. Bu süreçte Kürt ve Arap gençlerinin de etkilendiğini belirten Barış, ülkede bir yandan açlık ve kıtlığın olduğunu, diğer tarafta ise emperyalist devletlerin baskısından toplumun çaresiz kaldığını ifade etti. Kenan Evren’in tam böylesi bir süreçte darbe yaptığını kaydeden Hüseyin Barış şöyle devam etti: “Çok zor süreçler yaşandı. Bu süreçte taraftar ile sempatizan, kadroların hepsi gözaltına alındı. Alınan gruplar içerisinde PKK’lilere farklı bir konsept uygulandı. Hilvan, Siverek, Batman’da ve birçok yerde darbe yapıldı. Kaçakçıya kadar herkesi oralarda gözaltına aldılar. Diyarbakır Zindanı ise bambaşka bir uygulamadaydı. Resmi rakamlara göre 37 insanın Diyarbakır Zindanı’nda katledildiği söyleniyor ancak, toplumdaki bilgilere göre 55 insan yaşamını yitirdi. Kimi 1 ay, kimi 6 ay, kimi 1 sene kaldığı cezaevinde ağır işkencelerle yaşamını yitirdi.”
Ajanlığı öne çıkardılar
Diyarbakır Cezaevi’nin diğer cezaevlerinden farkı olduğunu belirten Hüseyin Barış, ayrıca psikolojik baskıların da çok olduğunu söyledi. Hüseyin Barış, “Esat Oktay hakkında Kıbrıs’tan geldiği ve Rum çocuğunu kesip babasının karşısında kanını içtiği söylemleri vardı. O açıdan psikolojik baskılar vardı. 7. Kolordo Komutanlığı ve zindan ekipleri talimatsız çalışıyordu. Dışarıda nasıl kontralarla, çetelerle halkı kırımdan geçiriliyorlardıysa, içeride de benzer uygulamalar vardı. İspiyonculuğu, ajanlığı öne çıkardılar. Tutuklananların zaaflarını sorgularda kullanıyorlardı” diye belirtti.
Günde 18 saat Mehter Marşı çalınıyordu
“5 No’lu Cezaevi’ni Kürt halkı için laboratuvara çevirdiler” diye devam eden Hüseyin Barış, laboratuvar diye tanımladığı cezaevinde insanların ve insan haklarının imha edildiğini aktardı. Psikolojik şiddetin dışında her türlü ahlaksızca uygulamanın söz konusu cezaevinde yaşama geçirildiğine dikkat çeken Hüseyin Barış, “Tecrübesiz olan halkımız işkenceden dolayı bilmediği ve görmediği şeyleri dahi şiddet nedeniyle ihbar ediyordu. Bu nedenle ajanlıklar artıyordu. Bu nedenle her koğuşta ajan vardı. Doktor, avukat ya da aile görüşü denilerek, insanları koğuştan götürüp konuşturuyorlardı. Yine Kürtçe yasaktı. İki kişi birlikte volta atamıyordu; o bile yasaktı. İnsanları çağırıyorlardı işkence ettikten sonra ölü halde koğuşlara atıyorlardı. İnsanları çıplak şekilde soyup, dalga geçiyorlardı. Sabah 5’ten gece 11’e kadar Mehter Marşı çalınıyordu ve bizlere psikolojik işkence yapılıyordu” diye konuştu.
İnsanları boğan sistemi Alman yurttaş sayesinde dünya duydu
Tutuklu bulunan bir Alman yurttaşa, “Ne mutlu Türk’üm diyene” dedirtildiğini söyleyen Barış, söz konusu Alman yurttaşın cezaevinden çıktıktan sonra yaşadıklarını anlatması üzerine Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nin dünya kamuoyuna girdiğini söyledi. Barış, “Esat Oktay, insanları boğan bir sistem inşa etmişti. Andımız ile İstiklal Marşı’nı kısa sürede ezberlemen gerekiyordu. Okumadığın zaman, işkence ediyorlardı” dedi.
Ortak bir yaşam için büyük mücadele ettiler
Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nin ses getirmesinin altında yatan nedenin orada sergilenen direniş olduğuna dikkat çeken Hüseyin Barış, şunları söyledi: “Diğer cezaevlerinde de işkenceler vardı ama Amed zindanı başka bir şeydi. PKK hareketinin öncü kadroları, taraftarları, sempatizanları ve köylüler, devlet kurumlarında ‘PKK sempatizanıdır’ denilerek şikayet edilen memurlar vardı. Bunlar, pratiklerini yaşamlarında uygulayan insanlardı. Bunlar, örgütlü insanlardı. Bu nedenle bunlara farklı işkenceler uygulanıyordu. Kürtlerin tarihinde 28 isyan oldu ama hiçbirinde sisteme karşı bu kadar başkaldıran ve direnen çıkmadı. Bu hareket kuruluşunda olduğu gibi çelişkili davranmadı. O kadar büyük bir direnişti ki, hakkında filmler, kitaplar çıkarıldı. Cezaevlerindekiler ‘bu örgütün kuruluşunda olduğumuzdan buna layık olmalıyız’ diye tartışıyorlardı. ‘Bu halk için, toplum ve bütün halklar için mücadele ediyorsak; biz o nedenle yol ve yöntemlerimizi devam ettirmek için vazifemizi yerine getirerek direnmeliyiz’ diyorlardı. Mazlum Doğan 21 Mart’ta bu duruşla eylem gerçekleştirdi. Ardından bunun üzerine tartışan, yoğunlaşan Dörtler, halkın uyanması için 18 Mayıs’ta eylem gerçekleştirip, bedenlerini ateş verdi.
Ardından Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz, Ali Çiçek karar vererek, ölüm orucuna girme kararı aldılar. Kemal pir ‘Biz geç kaldık’ dedi. ‘Biz Mazlum’dan önce davranmalıydık’ diyerek özeleştiri veriyordu. Ardından konuşarak Ölüm Orucu kararı alıyorlar. Karara çok sayıda kişi dahil oluyor. 36. Koğuş’ta ölüm orucu başlıyor. Kemal Pir ve arkadaşları farklı günlerde yaşamlarını yitirdiler. Kemal Pir, Haki Karer, bunlar Kürt halkının temsilcileriydiler. Ama bunlar sadece Kürtler için değil ortak bir yaşam için büyük mücadele ettiler. Bunun sonucunu bugün 4 parçada örgütlü görebiliyoruz. Yine bu gerçek sosyalizm tüm dünyaya da yayıldı. Nasıl insanların bir arada yaşadığının en büyük göstergesini de bu örgütlülük gösterdi. Bunların sebebinde en büyük etkenlerden biri de bu direniştir.”
İşkence, dayak, hakaret, açlığa karşı aynı ruhla mücadele
Türkiye cezaevlerindeki mevcut hak ihlalleri ile 12 Eylül dönemini karşılaştıran Barış, bugün yaşanan baskıların 12 Eylül sürecindeki baskıları aştığını kaydetti. Hüseyin Barış, şunları ekledi: “Bir dönem devlet; Topal Osman’la, Rayber’le ya da başka isimlerle işlerini hal ediyordu. Bugün ise binlerce çete ordusu Kürtlerin karşısında konumlanmış. O gün 5 Nolu’daki uygulamalar, bugün 300 cezaevinde uygulanıyor. Bugün Türkiye cezaevlerindeki uygulamalar Esat Oktay uygulamalarını çoktan geçti. Esat Oktay propagandasını yapmak için bir kısım koğuşları kendileri mekan yapıyorlardı. İşkence, dayak, hakaret, açlık vardı. Bugün de aynı şey devam ediyor. Bugün de cezaevlerinde büyük direnişler var. Bu direniş; Mazlum Doğan, Dörtler ve Büyük Ölüm Orucu direnişçilerinin mirasıdır. Mazlum Doğan’ın fedai ruhu, bugün her tarafta sürüyor. İçeride de dışarıda da. Bugün bir pratik içinde olan insan, aynı ruhla mücadele ediyor.”
HABER MERKEZİ