14 Temmuz 1789 Fransız ihtilalinin gerçekleştiği gün olarak bilinir. Bu devrim, Avrupa kıtasından başlayarak dünyanın çehresini değiştirdi. Mutlak monarşiler yıkılarak yerlerini meşruti ve cumhuriyetçi sistemlere bıraktılar. İmparatorluklar çöktü ve bölündü; yerlerine ulus devletler kuruldu. Osmanlı da devrimin etkilerinden muaf değildi. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında iki meşrutiyet denemesi ardından hanedan çöktü ve yerini cumhuriyetçi bir ulus devlete bıraktı.
15 Temmuz 2016 yani Fransız ihtilalinin 227’nci yıldönümünün ertesi günü, Türkiye’de önemli şeyler oldu. Tam olarak ne olduğunu bilmek için yeterince veri mevcut değil ama devlet içine yuvalanmış bir tarikatın, ordunun bir bölümüyle beraber bir darbe girişiminde bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu vakanın sonuçlarından en önemlisi, Tayyip Erdoğan’ın otokratik bir rejim kurmasıydı.
Erdoğan’ın AKP’si 90 küsur yıl önceki Mustafa Kemal’in CHP’si gibi bir parti-devlet inşasına girişti. Yine 90 küsur yıl önce olduğu gibi işe Kürt siyasetinin tasfiyesiyle başlandı: Kürt vekiller, yerli ve milli oy birliğiyle meclisten çıkarılarak hapse atıldılar; Kürt yerel yöneticilerin tamamı görevden alındı ve hapsedildi. Ardından anayasa ve meclis, olabildiğince kenara itilerek ülke yönetimindeki önemini ve ağırlığını kaybetti. Parti-devletin baskıcı aygıtları olarak ordu, polis ve yargı, toplu bir yıkım ve yeniden-yapılanma sürecine tabi tutuldu. İdeolojik aygıtlar olarak ise özellikle eğitim ve din kurumları benzer bir toplu yıkım ve yeniden yapılanma yaşadılar; yaşıyorlar. Medya ve kültür-sanat hayatı üzerinde milli-muhafazakâr tahakküm ve denetim mekanizmaları inşa edildi.
Kuşkusuz bu dönüşüm, 15 Temmuz gecesi bir anda olmadı. Öncesinde ve sonrasında AKP’nin yirmi yıllık iktidarı boyunca adım adım örüldü; eşzamanlı ve iç içe geçmiş yıkım ve yeniden-inşa süreçleri halen devam ediyor. Fransız ihtilali de 14 Temmuz günü aniden gerçekleşmemişti. Bastille kuşatması, uzun süreli sokak çatışmaları sonucu Paris’te kamu binalarının çoğunun devrimcilerin kontrolüne geçtiği yani devrimin zaten tamamlanmış olduğu bir zamanda gerçekleşti. Olay sırasında Bastille’de toplam yedi mahkûm vardı ve hiçbiri siyasi değildi. Baskının asıl amacı, kale içindeki küçük garnizonun envanterinde bulunan barut ve cephaneye el koymaktı; eğer gerginlik içinde bir silah patlamamış olsa olaysız bir devir teslim gerçekleşebilirdi çünkü devrimcilerin temsilcileri o esnada kale komutanıyla müzakere halindeydiler. Ama devrim anı olarak “siyasi tutsakları özgürlüğüne kavuşturan” Bastille baskını mitini kurgulamak oldukça kullanışlıydı. Bütün dünya çocuklarına okullarda halen böyle okutuluyor.
15 Temmuz da Türkiye’nin okullarında darbeci güçlerin yerli ve milli güçler tarafından mağlup edildiği gün olarak müfredatta yer alıyor. Gazilerin tankları uçan tekmeyle devirdiği, erenlerin F16 jetlerini elleriyle düşürdüğü, müminlerin toplu ibadetinden doğan sinerji zinciri karşısında düşmanın çaresiz kaldığı ve benzeri anlatılarla bezeli mistik bir atmosfer içinden Erdoğan miti yükseliyor. Aslında ne olduğu ise mühim değil; nasıl olsa sual eden, hesap soran bir muhalefet yok. ‘Şanlı bayramın’ yedinci sene-i devriyesinde en mühim şahsiyetlerden Zekai Aksakallı konuşacak diye ilan ediliyor. Adam FETÖ yaptı yok NATO yaptı teranesi ötesinde tek kelime dahi edemiyor. Herkes, o aslında çok iyi bilinen ‘sırrını’ mezara götürecek belli ki.
Engels devrimi şöyle tanımlıyor: “Her gerçek devrim bir sosyal devrimdir; yeni bir sınıfı iktidara getirir ve toplumu kendi imgesine göre biçimlendirmesinin yolunu açar.” 1789’da iktidarı ele geçiren sınıf burjuvaziydi ve Fransa başta olmak üzere bütün Avrupa ülkelerini birer burjuva toplumu olarak yeniden biçimlendirdi. Türkiye’deyse 15 Temmuz’u bir sosyo-kültürel (karşı)-devrim anı olarak okumaya yardımcı olmak üzere Le Monde muhabiri Guillaume Perrier’nin 2010’da düştüğü şu nota bakılabilir:
“Ayakkabılarını sokak kapısı önünde çıkaran, kadınları başı örtülü, erkekleri sokağa pijamayla da çıkabilen, erkek çocukları kahveye giden, kız çocukları tam bir baskı altında yaşayan, türkü ile arabesk arası bir müzikten zevk alan, futbol izleyen, belki de hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş, hiç karı koca birlikte yemeğe gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, iyi eğitim alamamış, dini inançları kuvvetli, kalabalık bir kitle var.”
15 Temmuz, asla aydınlanmaması kuvvetle muhtemel gerçekliği ve ikonografik saçmalıklarıyla bir kül olarak işte bu kitlenin iktidarını perçinledi ve toplumun bütününü kendi imgesine göre biçimlendirmesinin yolunu açtı. Daha fazlasını yazmamakta yarar var çünkü Frenk kafirleri 234 sene evvel bugün Bastille’i kendi elleriyle yerle yeksan etmiş olsa da şükürler olsun ki yerli ve milli Silivri’ye bir zeval gelmiş değil; kapkaranlık yerinde duruyor.