Eko-sosyalizm tartışmalarıyla da bilinen Marksist sosyolog Michael Löwy, ölümünün 10. yıldönümünde Daniel Bensaïd’i anmak için Yeni Yol dergisi tarafından düzenlenen bir etkinlikte konuşmacı olarak İstanbul’daydı.
Konuşmanın başlığı, Löwy ve Bensaïd’in devrim ve Marksizm anlayışını derinden etkileyen Walter Benjamin’e göndermeyle “Bir imdat freni olarak devrim” olarak seçilmişti.
Benjamin, “Marx devrimlerin dünya tarihinin lokomotifi olduğunu söylemişti. Ancak belki de olaylar kendilerini bambaşka biçimde sunar. Belki de devrimler, bu trende seyahat eden insanlığın imdat frenini çekme eylemidir” diyor. Benjamin’i bu alegoriyi kullanmaya iten tarihsel koşullar, olayların kendini bambaşka biçimde sunduğu 1940’ın, yani faşizmin Avrupa’yı kasıp kavurduğu bir felakete gidiş anının koşulları.
Löwy, küresel çapta yeni tipte bir faşist yükselişin, yükselen savaş tehditlerinin, iklim krizinin ve ekolojik felaketlerin ortasında adım attığımız 2020’lerin dünyasında da bu alegorinin güncelliğini koruduğuna dikkat çekiyor.
Bugünün modern kapitalist dünyasını bir intihar trenine benzeten Löwy, “intihar trenini durdurmak için imdat frenini çekmeliyiz” diyor.
Löwy’ye göre imdat freni sosyalist devrimden başkası değil ve bu da bugün eko-sosyalist devrim. Felaketi durduracağımızın bir garantisi olmadığını söylüyor ve Brecht’in “Mücadele edenler kaybedebilir ama mücadele etmeyen zaten kaybetmiş demektir” sözlerini hatırlatarak, bir kesinlik olmasa da bahse girmemiz gerektiğini ve bu yolda bir strateji oluşturmamız gerektiğini vurguluyor.
Peki imdat frenini kim çekecek? Yani ekososyalist devrimin öznesi kim? Löwy bu yöndeki sorulara, kadınları, gençleri, ezilen ulusları da içeren geniş bir koalisyon oluşturmaktan yana olduğunu söyleyerek yanıtlıyor.
***
Özne sorunu karışık, belli ki daha çok tartışılacak.
Dünya nüfusu proleterleşmenin sınırlarına dayanmış, kapitalizmin yarattığı sınıfsal çelişkiler yaşamın bütün alanlarına nüfuz etmiş olsa da, özne sorunu, “burjuvazi karşısında işçi sınıfı” ya da “kapitalistler karşısında sosyalistler” dendiğinde çözülmüş olmuyor.
Sınıf bir nesne olarak değil ilişki biçimi olarak, karşıtı ile mücadelesi ve kader ortağı ile yan yana gelişi içinde oluşuyor. Sosyalizm de bugünün kapitalizmini yıkıp insanlığa üzerinde ilerleyebileceği somut bir kurtuluş yolu sunduğu ölçüde gerçek bir seçenek olarak algılanabiliyor. 20. yüzyıl deneyimlerinin kodlamalarıyla sınırlanmış işçi sınıfı ya da sosyalizm tanımlarıyla bugünün işçi sınıfı ve antikapitalist mücadelesi arasındaki mesafe ise söz gelimi 1 Mayıs mitinglerinde, halk ayaklanmalarında, kitle seferberliklerinde, kalabalıklar içinde giderek daralan nostaljik gruplara dönüşen sendika ve sosyalist örgüt kortejlerinde kendini gösteriyor.
Özne sorununa kavramların eski karşılıklarında değil 21. yüzyıl işçi sınıfının oluşacağı ve 21. yüzyıl sosyalizminin kurulacağı yeni mücadeleler içinde yanıt aramak gerekiyor.
***
Peki nasıl? Sadece felakete gidişi durdurma çağrısı ya da kapitalizm eleştirisi yeterli mi? Bunun devrimci/sosyalist olmayan, düzen içi karşılıklarından nasıl ayrışılacak? Bilimsel sosyalizm daha önce ütopik sosyalistlerden ya da düzen içi seçeneklerden kendisini ayrıştırırken işçi sınıfını özne olarak tarif etmiş, toplumsal kurtuluşun yolunun da üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti ve işçi yönetiminden geçtiğini söylemişti. Bugün sermaye ile onunla uzlaşmaz çıkar karşıtlığı içinde olan toplumsal kesimlerin yaşadığı çelişki, işyerindeki işçi-patron karşı karşıya gelişinin çok çok ötesine uzanmışken, kent ve doğa muazzam bir sermaye saldırısı altında iken, sosyalistlerin, farklarını sadece “üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti” ve “işçi yönetimi” önermeleri ile ortaya koyması mümkün mü? Kentlerin ve doğanın toplumsal mülkiyeti ve meta-dışılaştırılması üzerine üzerine özel olarak düşünmek gerekmez mi?