İnsanlık tarihine beşiklik etmiş bu topraklarda, ziyaretgâhlara dair öyküler, yüklenen mistik anlam ve toplumdaki karşılıkları bende hep merak uyandırmıştır. İşin ilginç yanı, etnik, inançsal ve mezhepsel farklılığın, ziyaretgâha yüklenen manevi anlamda ortaklaşmasıdır. Elbette ki bu değerlendirmeyi vicdanı ve izanı kör olanları dışında tutarak yapıyorum, yoksa onların ve hafızaları ile oynadıkları güruhların insana ve insanlık mirasına nasıl kıydıklarını unutmuş değilim. Munzur vadisindeki onlarca ziyaretgâhı harap edenler, toplumsal birliktelik ve hafızayı hedeflemek hesabına yaptılar.
Digor’un Gülhayran köyündeki ziyaretgâh, yüz yıllardır farklı etnik ve inançtan halklar için aynı saygınlık ve kutsiyeti ifade ediyor. Ziyaretgâhları kötülüklerden korumak için de toplumsal hafıza ortaklaşıyor; kötü niyetle yaklaşanların akıbetlerine dair ne ibretlik öyküler anlatılıyor. Geçenlerde Bismil’deki Ezidi Asınce köyünde gördüklerim ve dinlediklerim kötülüğün dip hali idi.
Kötülük o kadar yaygınlaşıyor ki Ezidileri hatırlatan her şeyi ortadan kaldırma noktasına ulaşıyor. Bunu yapanlarsa Ezidilerin şefkatine ve merhametine mazhar olup sonradan köye gelip sığınanlar. Ayakları iyice yer edinince nefisleri köye sığmayan sığınmacılar Ezidilere saldırıyorlar.
Geçenlerde bir cenaze töreninde tanıklık ettim; ölüyü mezara yatırdıktan sonra kefenin baş kısmını açıp bir avuç toprağı hafifçe gözlerinin üzerine serptiler. Sorduğumda ‘gözünü toprak doyursun’ sözünün mealine manen bir şeyler söylediler.
Asınce köyünde önce canlarını, sonra mallarını, sonrasında da onları hatırlatan her şey hedefe alınınca Bê ziyaretgâhı da kıyametten kurtulamıyor. Hâlbuki Asınce’de, elli beş yıl önce, şimdi tek bir tanesi dahi kalmayan doksan Ezidi hanesi varmış.
1964 yılının bir temmuz gününde, gündüz gözü ile Diyarbakır’ın orta yeri Hançepek’te, Tahir Elçi’nin vurulduğu dört ayaklı minarenin hemen biraz ötesinde, katliamlar tanığı dar sokakta, kardeş katili kabilin ardılları, namert bir pusuda Asınceli Ehmedê Aqo’yu arkadan vururlar.
Kulağına Dewreşê Evdi destanı çalınan Ehmedê Aqo, 12 pare Ezidi köyünün umududur. Acı haber tez duyulur, yaşamın büyüsü kaçar. Ağır yas havası gelip Bismil ovasına çöker ve kalkmaz. Katl’den kaçışlar başlar. Birkaç yılda güç ve göç girdabı önüne kattığı mazlumları Avrupa’nın gettolarına atar. Vatan hasreti yüreklerini kavurup birkaç yıl sonra köye geldiklerinde taş taş üstünde kalmamıştır. Cana kastedenler, toprağını çuvallarla sırtlarında taşıyıp, çamurunu ayakla yoğurdukları kerpiçlerden; özlemle, emekle, umutla yaptıkları evlerini yerle bir etmişlerdir. Bir tek avlulardaki dut ağaçları kalmıştır; yanlarındaki, yörelerindeki yaşama, yaşanmışlıklara dair tüm emareler alınınca, toprağına yabancı ve yalnız başına…
Ezidileri hatırlatan köyün alt kısmındaki iğde ağacı ve önündeki çeşmesi ile Bê ziyaretgâhı ağayı çıldırtmaktadır. Yel ve inme illetinden bedeni tutulanlar, bir baş soğan ve bir parça ekmekle, kanaat getirip ziyaretgâha gidip; götürdüklerini hayvanlara yem niyetine bir kenara bırakıp, iğde ağacının altında bir süre uzandıktan sonra, kalktıklarında sapasağlam oluyorlarmış. Ağa bu ziyareti de tarumar eder. İnsanların derdinin devası iğde ağacını kökünden keser, kuruması için çeşmeyi toprak ve taşla doldurur. Lakin çeşme bir süre sonra kan akmaya başlar, kızıl su görenleri hayrete düşürür; sanki çeşmeye ölü gömülmüştür.
Görenin içini ürperten bu korkunç görüntü karşısında insanlar ağaya beddua ederler. Bir süre sonra ağanın bedeni yel ve inme ile kilitlenir. Aylar önce kesilmiş ve kurumuş iğde ağacını yerine dikip, önüne uzanır lakin ne iğde ağacı tutar ne de ağanın bedenini tutan illet terk eder. Yıllarca yatalak kalır ve can çekişe çekişe ölür. Ehmedê Aqo’nun namı ve nasıl kalleşçe katledildiği ise dengbêjlerin stranlarına konu olur.