Demokrat Parti’nin çok partili parlamenter sisteme geçişte üstlendiği tarihsel rolün bir benzerini AKP, Türk tipi başkanlık rejimine geçişte üstlendi. 3 Kasım 202’de bir erken seçimle iktidara gelen AKP, 16 yıllık tek parti iktidarının ardından 24 Haziran 2018’de yine bir erken seçimle rejimi değiştirerek iktidarını devamını sağladı. Böylelikle AKP, emperyalizmin neoliberal dönemi politikalarına uygun olarak biri 3 Kasım 2002’de, diğeri de 24 Haziran 2018’de olmak üzere siyasette iki önemli rol üstlendi.
Yeni rejimle başlayan dönemin daha iyi anlaşılması için 16 yıl geriye giderek bugünkü operasyonlarla önemli benzerlikleri olan 3 Kasım 2002 erken seçimini hatırlamamız gerekiyor.
28 Şubat’ın “bin yıl daha devam edeceği” söylemleri sürerken ve ordu içindeki cuntacı faaliyetler yoğunlaşırken, bugünkü rejim değişikliğinde olduğu gibi o zamanda egemenler toplum mühendisliği yöntemleriyle bir siyasal operasyon gerçekleştirildi. Bölünmüş olan merkez sağın DYP ile ANAP’ın birleştirilme çabalarıyla aşılamaması üzerine milliyetçi ve muhafazakâr seçmen kitlesi bir ABD projesi olarak kurulan AKP’ye doğru yönlendirildi. Baykal’ın partinin kuruluş öncülleri olan milliyetçi ve laik çizgiye çekmesi merkez solda CHP’nin yeniden toparlanmasını sağladı.
AKP’ye karşı denge unsuru olarak vizyona çıkarılan CHP, YTP projesinin başarısızlığa uğraması nedeniyle ikinci parti konumuna yükseldi.
AKP ve CHP, Kemal Derviş’in formüle ettiği “sosyal-liberal senteze” uygun ve birbirlerine yakın politikaları savunarak seçmen kitlesinin karşısına çıktı. Seçimde AKP tam olarak ne dediği pek anlaşılmayan mağdur bir parti portresi çizerken, CHP, yine ordudan ve yeni bir askeri müdahaleden medet umarak Kemalist laikliğin ve milliyetçiliğin sözcüsü konumunu pekiştirmeye çalıştı.
AKP ve CHP, müesses nizamın iki temel gücü olarak IMF’nin istikrar politikalarını, AB üyeliğini, ABD’nin Ortadoğu ve Avrasya projelerini, ABD’nin ve oligarşinin tercihi olan iki partili tahterevalli sistemini savunarak oligarşiye siyasal istikrar için güvence verdi.
Hastalığı üzerine medyada başlatılan siyasal ve hatta insani etik sınırlarını aşan kampanyaya rağmen Ecevit çekilmemekte ısrar edince, DSP bölünerek “Yeni oluşum” adıyla bir senaryonun aktörleri olarak ortaya çıktı.
Ecevit’in deyimiyle “İç ve dış güçler tarafından bir komplo” gerçekleştirdi. Medya karteli Doğan Holding’in de dahil olduğu operasyonun baş aktörlüğünü IMF mutemedi Kemal Derviş üstlendi.
Doğan Holding’in gazete ve televizyonlarında Derviş-Cem-Özkan üçlüsüne kurtarıcı misyonu verildi. Operasyon içeriden TÜSİAD, TOBB ve AB taraftarı vakıflar ve dernekler tarafından, dışarıdan da ABD, IMF ve AB tarafından desteklendi.
Partisi bölünerek parlamentoda ve hükümette gücünü yitiren Ecevit, Bahçeli’nin erken seçim ısrarına karşı direnemedi.
3 Kasım 2002 erken genel seçimi adeta siyasal bir deprem yaratarak birçok ilkin yaşanmasına neden oldu: 1991 seçimlerinden bu yana ilk defa bir parti tek başına iktidara geldi.
Bir parti kuruluşundan kısa bir süre sonra katıldığı ilk seçimlerde tek başına iktidar oldu.
İlk defa iktidardaki koalisyon partilerinin hepsi birden parlamento dışında kaldı. Seçim barajı nedeniyle seçmen kitlesinin %46 oyu çöpe gitti.
1957 seçimlerinden bu yana ilk defa iki partili bir parlamento oluştu.
AKP %34.29 ile tek başına iktidar olurken, CHP %19.38 ile ana muhalefet partisi haline geldi.
“Ya istikrar ya kriz” sloganıyla krizden çıkmanın kapısını aralamaya çalışan ve bunun bedelini iktidarını kaybederek ödeyen Ecevit koalisyonunun erken seçime zorlanma nedenleri, AKP’nin tek başına iktidara gelmesinden sonra daha iyi anlaşıldı.
Eğer Ecevit koalisyonu devam etseydi ABD’nin Irak, Afganistan, BOP, Filistin, Kıbrıs ve AB politikaları rahat bir ortamda gerçekleştirilemeyecekti.
Bu bakımdan yeni rejime geçişi sağlayan AKP-MHP koalisyonunun İsrail’den ABD’ye AB’den Rusya’ya NATO’dan IMF’ye ve Türk oligarşisi tarafından desteklenmesinin nedenleri ve CHP’nin benzer rolü önümüzdeki süreçte daha iyi anlaşılacaktır.