1982 yılı başlarında Mete Tunçay’dan “Eski Sol Üstüne Yeni Bilgiler” adlı kitabını yayınlama teklifi gelince Ayşe (NZ) ile hiç tereddütsüz kabul ettik.
Aslında kitap 12 Mart darbesi olmasaydı çoktan çıkmış olacaktı. TİP’in yayınevi olan Bilim Yayınları kitaba sayfa düzeni bile vermişti. Bize de öyle geldi.
Darbeden sonra Pierre Loti sokaktaki TİP Merkezi basılmış ve kapı mühürlenmişti. Bilim Yayınları da hakkında bir kapatma kararı olmamasına karşın bu mühürden nasibini almıştı. Kimse de bu yayınevi ayrı bir şirket deyip, hakkını arama cesaretini göstermemişti.
Korkunç bir terörize ortam söz konusu idi. Devletin kapatmasını beklemeden, birçok yayınevi, kitabevi kendi kendini kapatmıştı.
Mete Tunçay, Türkiye soluna ilişkin daha 60’lı yılların ilk yarısında başlattığı araştırmalarını sonunda Sovyetler Birliğine kadar uzatmıştı. Kısa süren ve iç savaşa dönüşen Ecevit hükümeti sırasında bu mümkün olmuştu.
Orada elbette çok önemli kaynaklara ulaşmıştı. Mustafa Suphi’nin 17 Devrimini izleyen iç savaş yıllarında çıkardığı “Yeni Dünya” gazetesi kolleksiyonu ve daha önemlisi Mustafa Suphi’nin TKP’sinin ilk kongre tutanaklarını bulmuştu.
Sovyet yetkileri, Mete Tunçay’a bağımsız bir akademisyen olmasına karşın, bir yandan da sanki resmi bir temsilciymiş gibi davranıyorlardı. Böyle olmaması için illa ki TKP referansı ile gelmek gerekiyordu.
Kendisine, bu belgelere döndüğünüzde el koyarlar, biz size ülkeye döndüğünüzde diplomatik yoldan iletiriz demişlerdi.
İyi ki kabul etmemiş, zira daha riskli ve hacimli olan TKP’nin resmi dergisi Atılım kolleksiyonunun iletilmesini istemiş, bu koleksiyon kendisine asla ulaşmamıştı. Sovyet tarımı, tavukçuluğu ile ilgili dergiler çıkmış paketten!
Herhalde Atılım koleksiyonunun kendisine iletilmesi, kimi otoriteler tarafından uygun bulunmamıştı.
Her neyse, konuyu dağıtmayalım.
Ayşe ile olaya akademik bir yayının günışığına çıkmasına katkı sunmak, tasfiye edilen akademisyenlerin çalışmalarını yayınlamak olarak bakıyorduk.
Sonuç olarak bir yurttaş olarak, belki de naifçe, haklarımıza sahip çıkmamız gerektiğini düşünüyorduk.
Kitap, bizzat cuntanın akıl hocalarından biri olan, daha sonra diplomatik misyon ile yurtdışına yollanan 1.Ordu Komutanı Haydar Saltuk’un imzası ile yasaklanmıştı.
Kitapları ne olur ne olmaz Demokrat gazetesinin şirketi olan BASSAN’ın deposuna koymuştuk. Kısa zamanda buldular tabii. Matbaa, ciltçi, taşıyan hamallar üzerinden.
Şirket yönetim kurulu başkanı Arslan Başer Kafaoğlu ile Ayşe Nur 1.Şubeyi boyladılar tabii. Ayşe Nur sorumluluğu üstlenince, Arslan Bey bırakıldı.
1.Şube’de sorgulayan komiser, “biz bir nesli mahvettik, siz neyi hortlatmak istiyorsunuz” diye bağırıyordu. Ayşe Nur o zaman Cemmay Dağıtımı yönetiyordu. O sırada Arkadaş Dağıtımın sahibi Cumhur Mamak’tan yeni tahliye olmuştu.
Ayşe Nur yönetici hapiste olduğu için fiilen kapalı olan Arkadaş Dağıtım’a da sahip çıkmıştı.
Ayşe Nur Arkadaş dağıtımın sahibine de cesaret vermiş, yurttaşlık haklarına sahip çıkıp Arkadaş Dağıtımı yeniden açmasını tavsiye etmişti.
Ayşe Metris’te 1982 yazında hapse girince, bu kez Cemmay’ın yönetimini Cumhur üstlenecekti.
1977yılında kurulan Belge Yayınları 12 Eylül ortamında akademisyenlerle dayanışmaya girip, ne yaşandığının kavramasına yardımcı olacak önemli birkaç yayın yayınlamıştı. Mete Tunçay’ın kitabı da bunlardan biri idi.
O dönem yayıncıların yasal sorumluluğu olmadığı için, Mete Tunçay, yazar olarak yargılanmış, Sıkıyönetim Mahkemesi beraat kararı vermişti. Haydar Saltuk’a rağmen!
Mete Tunçay 12 Mart’ın da hışmına uğramıştı, sadece işinden olma anlamında değil, Marx’ın sosyolojik yazılarından yapılan bir derleme nedeniyle. Birlikte tercüme yaptığı “akademisyen” korkunca, yasal sorumluluğu Mete Hoca üstlenmişti cesaret ile.
Ayşe Nur ise kitapları teslim etmediği için “Sıkıyönetim Emirlerine uymamaktan” yargılanmıştı.
Ayşe Nur hapiste iken, bazı elemanlar “dağıtımın olanaklarından yararlanarak kitap çıkarmak” tezviratı ile yüz yüze kalması acı idi. Bu sadece entelektüel değil, siyasal bilinç düzeyinin de ne kadar düşük olduğunu gösteriyordu sadece. Hepsi maşallah ticarete soyundu. Keşke becerebilselerdi bari.
Bizim tezvirata cevabımız, akademik yayınları ile o zaman alternatif bir üniversite yayını olmayı amaçlayan Alan Yayıncılığı kurmak oldu. Belge yayınlarını, Alan tasfiye edilene kadar rölanti de tuttuk.
Bilim dizisinin ilk kitabı Lonra’ya Lukacs üzerine doktora yapmaya giden Nilüfer Kuyaş’ın tercümesi ile, Thomas Kuhn’un “Bilimsel Devrimlerin Yapısı” olacaktı. Onu Gordon Childe’ın “Tarihte Neler Oldu?”su izleyecekti. Annales Okulunun kitapları gelecekti peşinden.12 Eylülün akademik temizliğine, Barış Derneği davası sanıklarından ODTÜ’den Haluk Tosun’un hapiste yaptığı tercüme, Beyerchen’in “Nazi Döneminde Bilim” kitabı ile yanıt verilecekti. Murat Belge’nin Demokrat’taki yazıların derlemesi olan ilk kitabı Alan’dan çıktı, Düşünce dizisinde. Mete Tunçay’ın tartışma yazıları “Bilineceği Bilmek” başlığı altında derlendi. Kemalizmin tarih anlayışına eleştirel bakan yazıları da yayınlanacaktı, ama öteki dava üzerine bir süre beklenmesine karar verdik Mete Hocayla. Edebiyat dizisi ise, Dido Sotiriyu’nun “Benden Selam Söyle Anadolu’ya”sı oldu ve çevirmen Attila Tokatlı kendini Sıkıyönetim mahkemesinde buldu. Ama oradan da beraat almayı başardık.
Alan Yayıncılık,12 Eylül sonrası kurulan Metis, İletişim, Ayrıntı gibi yayınevlerine ilham ve cesaret verdi. Ama Kürt tabusuna, ilk akademik çalışma yapmanın bedelini ödeyen İsmail Beşikçi’nin kitaplarını yayınlamaya başlayınca ipi çekildi. Keşke ipini çeken devlet olsaydı!