Zeynel Kete
Bir darbenin yıl dönümüne denk gelen eğitim-öğretim haftası başladı. 12 Eylül 1980 darbesi okulların kışlaya çevrildiği, öğrencilerin bireysel, toplumsal, kültürel ve siyasal özelliklerinin ihmal edildiği bir darbedir aynı zamanda. Irkçılık ve milliyetçiliğe dayalı egemen ulus devlet olma hastalığı darbe yolu ile tekrar topluma kabul ettirilmeye çalışıldı. Toplumsal yaşam darbe mantığına göre organize edilmiş, yasalar ve toplumsal yapı tekçi, askeri zihniyete göre yeniden düzenlendi. Darbe ile beraber egemen kesim egemenlik alanlarını ve ilişkilerini, amaçları doğrultusunda dizayn ettiler.
Darbeyi yapan ve destekleyen egemen sınıfın amacı, toplumsal muhalefete karşı kendi sınıfını egemen sınıf yapma durumu söz konusudur. 1924 Anayasası ile başlayan tekçi zihniyet başta Kürtler olmak üzere, demokrasi güçlerinin demokrasi mücadelesine karşı, sermayelerini koruma amaçlı bir askeri darbedir.
Darbe ile birlikte Kürtlerin varlığı bir daha yadsınmıştır. Darbe öncesinde Kürtlerin demokrasi ve özgürlük mücadelesinin toplumda karşılık bulması egemen kesimin, uluslararası güçlerin Türkiye’deki varlığını rahatsız ediyordu. Darbeden sonra Kürtler fiziki ve kültürel kırımdan geçirildi. Kürt coğrafyasının dağına, taşına, ovasına “Türküm, doğruyum, çalışkanım”, “Ne mutlu Türküm diyene” sözleri yazdırıldı. Cezaevleri tıka basa doldu, akla hayale gelmeyen işkenceler yapılıyordu.
Kendini yenilemeye çalışan ulus devlet anlayışı, önündeki en büyük engeli Kürtler ve Aleviler olarak görüyordu. 1925 yılında yeni ulus devlet anlayışının merkezileşmesine karşı çıkan Kürtlere yönelik çıkarılan “Takrir-i Sükun ve Şark Islahat Planı” yeniden güncellendi.
Darbe ile birlikte toplumsal homojenleştirme, ilericiliğin, çağdaşlığın, modernliğin, eşkiyayla mücadelenin bir gereği olarak kabul görmüştü. Farklılıkların ortadan kaldırılması adına devletin bütün zor ve ideolojik aygıtları seferber olmuştu. Özellikle Kürt illerinde ve Alevi yerleşkelerinde devasa, modern devlet binaları; hükümet konakları, adliye sarayları, okullar yapıldı. Bu gösterişli binalarla “makbul olmayan vatandaşların” kafasında güçlü, ihtişamlı kendini yenileyen modern devletin otoritesi görünür hale getirildi. Mimari ile iktidar ilişkisi kendisini net olarak göstermişti. Bu yüksek binalarla aslında tekçi zihniyet ve otorite yüceltilirken “ötekiler” aşağılanmıştı.
Yapılan seçim ise halkların, farklı kimliklerin, emekçilerin iradesini görünür kılmak için değil, otoriteye meşruiyet sağlamaktır. Artık seçilmiş diktatörlük iş başındaydı.
Darbe ile birlikte piyasa ekonomisine, 24 Ocak Kararları’na duyarlı bir müfredat programı uygulandı. Yani iktidar ve rejim kendi dünya görüşünü öğretmenler yoluyla öğrencilere, okuma yazma bilmeyen yetişkinlere okul içinde ve dışında anlatma yol ve yöntemlerini geliştirdi. Öğrencilerin neler bilmeleri gerektiğini, kimlerin dost ya da düşman, kimlerin iyi ya da kötü, yanlış ve doğruların ne olduğunu tanımlayan resmi müfredatlar oluşturuldu. Bu müfredat programları açık ve gizli bir şekilde toplum üzerinde denetleme ve kontrol kurmaya yönelikti; politik kararlardı.
Darbe ile birlikte askeri kökenliler illerde vali, ilçelerde kaymakam, belediyelerde başkan, köylerde muhtar, okullarda müdür oldular. Bunun adı da huzuru tesis etmek oldu.
Darbe ile birlikte kendilerini laik, modern, ilerici, çağdaş Atatürkçü olarak tanımlayan askeri erkan Alevi köylerine cami yaptırmak için müftüler ile ortaklaştılar. Binlerce Alevi çocuğu yatılı okullarda Kur’an kurslarına gönderildi. Özellikle Dersim’e vali olarak atanan, korgeneral rütbesinde olan Kenan Güven, Alevi köylerini tek tek gezerek Türk İslam Aleviliği propagandası yapar, köylere cami yaptırırdı. Cami -Cemevi projesinin alt yapısı darbeden sonra inşa edildi. Söz konusu Kürtler ve Aleviler, resmi ideolojinin farklı kesimleri her zaman birlikte hareket ettiler.
Darbe ile birlikte öğretmenler ve okul politik inşa merkezleri haline getirildi. Özellikle Kürt olan ilkokul öğretmenleri kendi illerinde öğretmenlik yapamadılar, engellendiler. Kürt ve Alevi yerleşkelerine ikna gücü yüksek, otoriter, elinde sopası, Türk olan seçilmiş öğretmenler gönderildi. Özgürlük pedagojisini, bilimsel laik, demokratik anadilde eğitimi savunan öğretmenler görevlerinden ihraç edildi, sendikaları kapatıldı. Tıpkı günümüzde KHK ile ihraç edilenler gibi. Okulda siyah önlük, ders kitabı ve kurşun kalem birer asimilasyon aracı haline getirildi!
Darbe ile birlikte pedagojik yabancılaşmanın, ekonomik yabancılaşmadan daha derin sonuçları olmuştu. Okul ve bir ok devlet kurumu içerik, biçim ve hukuki bakımdan yapılandırılarak “ötekileri” türdeş vatandaş yaratmak görevini görüyordu.
12 Eylül 1980′ den bugüne değişen bir şey olmadı. Dün olmayanlar, yok sayılanlar, zulme uğrayanlar bugün de aynı yaptırımlara uğruyor.
Zihin aynı zihin, sadece dönemsel aktörler ve yöntemler değişmiştir.