Kral Menua’nın oğlu Arkişdi’nin 2800 yıl önce kurduğu şehirde gün henüz yeni başlıyor. Bu yazının yazıldığı kafede ortalığı düzenlemekle meşgul genç hanıma soruyorum, “Burada çalışabilir miyim”?. Genç hanım çalışabileceğimi, ama henüz servisin başlamadığını, herhangi bir şey isteyemeyeceğimi söylüyor nazikçe. Ben de bir kül tablası rica ederek 2800.’cü yılında Yerevan’ın ne halde olduğunu anlamaya çalışıyorum. İstanbul’dan bildiğim tüm uluslararası otel zincirlerinin birer halkası da Yerevan’da hizmet üretiyorlar. Kimi erken davranıp, kentin tarihi dokusu içinde, eskiden de otel olarak kullanılan bir binayı restore etmiş, daha sonra pazara girenler ise çoğunlukla yeni yapılan yüksek binaların alınlarına yazdırmışlar adlarını.
2800 yıl öncesinden kalan izler çok dar bir arkeolojik alanla, Erebuni ören yeri ile sınırlı. Daha sonraki zamanların tanıklığı ise, zarar görmemeleri için koruyucu bir kum tabakası ile kaplanmış olarak şehrin tam merkezinde gömülü.
Ermeni halkının 12. başkenti, Roma’dan da eskilere dayanan tarihi geçmişine rağmen, çok yeni bir şehir. Hayata ve her şeye tersten bakanların küçümseyici ifadesi ile ‘tipik bir Sovyet şehri’. Batılı bakış açısıyla ifade edilen bu tanımlama, sözü edilen Sovyet kültürünün, mimarisinin, kent planlamasının ne kadar değerli olduğunun somut göstergesi.
Çoğu durumlarda kentler kontrolsüz olarak genişler, genellikle ‘sur içi’ diye tanımlanan alanın dışında gelişen mahalleler gitgide kente eklemlenerek milyon nüfusla tanımlanan yerleşim birimleri oluştururlar.
Yerevan ise, geçen yüzyılın başlarında basit ve gelişmemiş bir kasaba görüntüsünden kırk yıl gibi çok kısa bir sürede modern bir kente dönüşmeyi başardı. Bu başarının arka planında iki değer belirleyici oldular. İlki, kâr ve getirim kaygısı gütmeden, insan odaklı plan ve proje üreten sosyalist anlayış, ikincisi ise, tüm bilgi, deneyim ve becerisini bu kente adamış olan mimar Aleksandr Tamanyan.
Yaklaşık 70 yıl süren Sovyet deneyimi sonrasında ise, bağımsızlıkla birlikte, kentin, ülkenin, halkın sermaye tarafından talan edilme süreci yaşandı. Bir sanayi ülkesi olarak ilk talan edilenler ise sanayi üretiminin gerçekleştiği fabrikalar oldu. Bir iki hafta önce faal olan devasa torna tezgâhları, modern makine aksamı, jeneratörler, elektrik motorları ve daha pek çok üretim aracı hurda demir olarak Türkiye ve İran’a satıldılar. Binlerce işçi çalıştıran işletmelerin kontrolsüz kapanması ile ülkede işsizlik, buna bağlı yoksulluk ve onun da doğal sonucu olarak dış göç, ülkeyi bir kâbus alanına çevirdi.
Bu dönemin simgeleri ise, kentin doğal dokusunu tehdit eden yüksek binalar ve caddelerde sıkça görülen lüks, ultra lüks otomobiller oldu. Her biri ülkenin yaşadığı yoksullaşmanın doğal sembolleri adeta. Benzer değişimin kültürel yansımaları olması da kaçınılmaz bir durumdu. Örneğin gençlerin üniversite tercihlerinde finans bilimleri, bankacılık, uluslararası ticaret gibi alanlara ilgi artarken, mühendislik, mekanik fizik gibi bilim dalları cazibe kaybına uğradı.
Bugün ülke insanının yarınlara karşı en büyük umudu ise, tarihte eşine az rastlanır bir kitlesellikle, ulusal ölçekli bir katılımla gerçekleşen Kadife Devrim ve onun öncüsü, gazeteci kökenli başbakan Nikol Paşinyan. Paşinyan’ın küresel neoliberal sermaye düzenine kafa tutması beklenemez. Bu anlamda zenginlerin daha da zenginleşmesine, buna bağlı olarak da yoksulluğun artmasına engel olacak bir gücü yok. Ancak eski rejimde edindikleri servetlerle kendi iktidar alanlarını oluşturan oligarşik çetelerin çökertilmesi çok önemli bir başarı. Bu başarı, özellikle ülkenin talan edilen zenginliğinin kısmen de olsa tazmin edileceğine dair beklenti halkın moralini yüksek tutmak için yeterli oldu.
Her şeye rağmen eski geleneklerin korunduğunu görmek de çok hoş. 1 Eylül, yıllardan beri eğitim yılının başlangıcı olarak benimsenmiş. Bu yıl Pazar gününe rastlasa da, sokaklar kucaklarında çiçek buketleri ile okulun yolunu tutan öğrencilerle dolu. Onlardan biri de ben bu yazıyı hazırlarken, anne ve babasıyla okula gitmeye hazırlanan 6 yaşındaki Viktorya Artinyan. Bu yıl Çaykovski müzik okuluna başlayacak. Ailesi uzun yıllardan beri yaşadıkları Moskova’dan Ermenistan’a dönme kararı almış. ABD’den Avrupa’ya, Rusya’ya değin geniş bir coğrafyadan ülkeye dönen ailelerin hızla artma eğilimi halkın moralinin gitgide daha da yükselmesine yol açıyor.