Lula da Silva parmaklarından birini iş kazasında kaybetmiş bir işçi, yılların sendika önderi, daha sonra da İşçi Partisi’nin (PT) kurucu başkanı. Uzun siyasal mücadelenin ardından 2002’de Brezilya Başkanı seçildi. “Sıfır Açlık” programını başarıyla hayata geçirdi. İki dönem başkanlık yapan Lula, devletin olanaklarını açlık, yoksulluk, işsizlik gibi temel toplumsal sorunların üzerine yürümek üzere harekete geçirdi. Yoksullara, kadınlara, siyahlara ve diğer dezavantajlı gruplara fırsat eşitliği sağlamak adına pozitif ayrımcı politikalar uyguladı. Lula’nın başkanlığı döneminde 20 milyondan fazla insan yoksulluk sınırının üzerine çıktı. Sermaye çevreleri tarafından devlet bütçesi üzerine yük olacağı gerekçesiyle eleştirilen bu politikalar, aksine ülke ekonomisinde canlanma ve büyüme gibi olumlu etkiler yarattı. Brezilya dünyanın sekizinci büyük ekonomisi haline geldi. Bunların hiçbiri toplum tarafından unutulmadı. Bir de Latin Amerika’yı arka bahçesi bilen uluslararası sermaye tarafından.
İki dönem başkanlığın ardından partiyi ve başkanlığı yoldaşı Rousseff’e devretti. Rousseff’in, 2016’da yolsuzluk iddiası ile başkanlıktan uzaklaştırılmasını takiben Lula, Ekim 2018 seçimleri öncesi bir kez daha İşçi Partisi’nin (PT) başkan adayı olmuştu ve kamuoyu yoklamalarına göre kazanması bekleniyordu. İşte böyle bir momentte “yolsuzluk” gerekçesiyle alelacele verilen bir mahkumiyet kararı ile hapse atıldı ve başkan adaylığı düşürüldü. Böylelikle rakipsiz kalan aşırı sağcı Jair Bolsonaro seçimleri kazandı.
Bolsonaro başkan seçilir seçilmez, Lula’yı mahkum eden hakim Sergio Moro’yu Adalet Bakanı yaptı. Daha sonra, bu mahkumiyet için Moro’nun savcılarla birlikte bir komplo kurmuş olduğu ortaya çıktı. Bu komplonun soruşturması sürüyor ama tahliye kararı, bu nedenle değil yüksek mahkemenin temyiz hakkı temelinde verdiği başka bir karara dayanıyor.
Lula’nın hapsedilmesindeki gerçek amacın Brezilya solunu öndersiz bırakarak aşırı sağ iktidarın önünü açmak olduğunu herkes biliyor. Bir de ülkesine, toplumuna ve özellikle ülkesinin yoksullarına yaptığı hizmetleri cezasız bırakmamak. Lula, Brezilya’da temel sorunun, kurumsal ve yapısal bir nitelik kazanmış olan açlık ve yoksulluk olduğunu saptadı; bunu yenecek birkaç önemli hamle yaptı ve ülkenin müesses nizamı kökünden sarsıldı. Çünkü var olan düzen, milyonların açlığı ve yoksulluğu üzerinde kendini yeniden üretebiliyordu. Düzenin ‘sahibi’ azınlıkla birlikte uluslararası sermaye çevreleri ve güç odakları için Lula ve PT iktidarı bir felaket anlamına gelirken toplumun bütünü için gerçek çözüm olduğu görülmüştü. Lula işte bu gerçek çözümün bedelini ödedi. Kendi ifadesiyle, “Onlar bir insanı hapsederek bir düşünceyi öldürmeye çalıştılar.”
580 gün tutukluluğun ardından özgürlüğüne kavuşan Lula’nın ilk sözleri, “mücadeleye devam” oldu. Jair Bolsonaro rejimi altında sola uygulanan baskılara karşı mücadele edeceğini bildirdi. Adli kısıtlamalar nedeniyle hemen siyasete dönmesi mümkün olmasa da tahliyesi ile birlikte iktidar çevreleri için alarm zilleri çalmış bulunuyor. Faşist başkan Bolsonaro bundan sonra koltuğunda hiç de rahat oturamayacak. Bu nedenle, iktidar çevreleri tarafından tahliye kararı ağır bir dille eleştiriliyor. Belli ki Lula’nın “suçları”, Brezilya’nın mutlu azınlığı ve uluslararası sermaye çevreleri tarafından asla hazmedilemeyecek.
Brezilya’da bunlar yaşanırken Türkiye’de de çok tartışılan bir tahliye gerçekleşti. Ahmet Altan da düzmece iddialar nedeniyle yıllarca hapis yattı ve şimdi cezaevi dışında olması çok fazla çevreyi rahatsız ediyor.
Müesses nizamın bekçileri, Fetö, Taraf, iktidar desteği gibi argümanlarla solcuları da peşlerine takabiliyorlar; adeta Türkan Saylan Ahmet Altan tarafından öldürülmüş, sanki Altan bunlar nedeniyle hapsedilmiş. İşin gerçeği ne bu iddialarda ne de mahkeme zabıtlarında. ‘Atakürt’ yazısı ile bu ülkenin ideolojik müesses nizamına vurduğu darbe ve 1994’te bir gün önce binası bombalanmış olan Özgür Ülke gazetesinin bir avuç aydın ile birlikte İstanbul sokaklarında militan satışını yapmak suretiyle gösterdiği politik duruş: Altan’ın gerçek “suçları” bunlardır ve belli ki bu “suçlar” bu düzenin ‘gerçek sahipleri’ tarafından asla hazmedilemeyecek.