‘Yaşanan tecrit süreciyle beraber bulunduğumuz cezaevinde de 10’ar günlük olarak dönüşümlü açlık grevini dördüncü grup devam ettiriyor. Konuyla ilgili olarak, dışarıda da bazı etkinlik ve eylemlerin olduğu haberini alıyoruz’
Hüseyin Aykol
Sincan 2 nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde bulunan M. Emin Çeçi, 2 Ocak 2024 tarihli mektubunda şöyle diyor: “Her açıdan kabûs gibi bir yılı geride bıraktık; yeni yılın nasıl olacağını ise henüz bilmiyoruz. Fakat bildiğiniz gibi 27 Kasım 2023 tarihinden günümüze değin, bir eylem içindeyiz; çünkü başta İmralı F Tipi Cezaevi’nde bulunan Sayın Öcalan ve arkadaşları olmak üzere, tüm hapishanelerde derin ve ağır bir tecrit süreci yaşanıyor. Yaşanan tecrit süreciyle beraber bulunduğumuz cezaevinde de 10’ar günlük olarak dönüşümlü açlık grevini dördüncü grup devam ettiriyor. Konuyla ilgili olarak, dışarıda da bazı etkinlik ve eylemlerin olduğu haberini alıyoruz.
Aslında Sayın Öcalan’ın şahsında tüm ülkeye yaydırılmaya çalışılıyor. Eğer başarırlarsa 12 Eylül koşullarını da geride bırakan bir zulüm süreciyle karşılaşabiliriz toplum olarak. Bu nedenle, açlık grevlerini şu an bunun önünü alma eylemi olarak değerlendiriyoruz. Yaşadığımız eylemlilik süreciyle beraber zaten kısıtlı olarak kullandığımız hakları da disiplin cezaları ve keyfi yaklaşımlarla kullanamıyoruz.
Biliniyor, cezaevlerinde son üç yıldan bu yana 30 yılını tamamlamış onlarca arkadaşımız, önce Cezaevleri Gözlem Kurulları olarak yetkilendirilen cezaevleri idareleri, şu an ise, puan çetelesi nedeniyle birçok arkadaşımız sudan gerekçelerle bu puan sistemine tabi kılınarak ya da keyfi olarak infazları yakılan çok sayıda arkadaşımız bulunmakta. Öyle anlaşılıyor ki, çeyrek asrı aşan ağır cezalar dahi kendini sistemin sahipleri olarak tanımlayanları tatmin etmiyor. Aynı konuyla bağlantılı olarak onca ağır ve dönüşümü mümkün olmayan hasta tutuklu ve hükümlü arkadaşın olmasına rağmen, Bakanlığa bağlı Adli Tıp kurumları dahi intikamcı yaklaşarak cezaevinde kalabilir raporlarıyla hasta tutuklulardan intikam almaya çalışmaktadır. Örneğin, en son Bolu F Tipi Cezaevi’nde kanser hastası arkadaşımız Cemal Tanhan tahliye edildi; ancak dışarıda sadece 15 gün yaşayabildi.
Bulunduğumuz cezaevinde ise, haktan söz etmiyoruz; çünkü daha metal tabak, bıçak, radyo gibi insani ve temel ihtiyaçlar dahi verilmiyor. Havalandırmaya günde sadece bir saat çıkabiliyoruz. Eğer açık görüş yoksa, haftada bir saat spora ve aynı şekilde atölye denen ama içinde 6 sandalye ve bir masadan başka şey olmayan bir yere çıkarılıyoruz. Koğuş aramaları keyfi bir şekilde yapılıyor; kimi gardiyanların başına buyruk provokasyonlarına maruz kalıyoruz. Başta da belirttiğim gibi, İmralı ile başlayan tecrit ve baskı sistemi tüm ülkeye yaydırılmaya çalışılıyor. Şubat’ta eylemlilik süreci farklı biçime dönüşebilir. Bu nedenle her kesimin bu baskı sürecine tavır koyması gerekiyor.”
* * *
İzmir-Kırıklar 1 nolu F Tipi Cezaevi’nde bulunan Güven Usta, tutulduğu cezaevinde Ekim-Kasım-Aralık 2023 aylarında yaşadıkları hak ihlallerini raporlaştırmış. Şöyle diyor: “Bildiğiniz gibi kitaplar ve dergiler hayatımızın vazgeçilmez parçalarıdır. Hapishanede olmamız kitap ve dergi okumamıza engel değildir. Ancak bulunduğumuz hapishanede kitap ve dergi okumak bir sorun olmaya devam ediyor. Hücrede en fazla 20 kitap bulundurmamıza izin veriliyor. Adımıza posta yoluyla gelen veya elden yatırılan kitaplar idare tarafından aylarca bekletiliyor. Çoğu zaman el koyma kararı alınıyor ve bize verilmiyor.
Sohbet hakkımız tam olarak uygulanmıyor: İlgili genelge gereği 2007 yılında yasal hale gelen haftada 10 saat sohbet hakkı bugüne kadar tam olarak uygulanmadı. Pandemi döneminde hepten yasaklanmıştı. Pandemi sonrasında bulunduğumuz hapishanede 4 saat olarak uygulanıyor. İletişim hakkımız engelleniyor: Posta yoluyla gelen her türlü fotokopi engelleniyor. Remzi Uçucu’nun gönderdiği kimi mektuplar muhatabına gönderilmezken; kendisine gelen kimi mektupların içindeki doğa fotoğraflarına el konuldu. Buna benzer uygulamalar Güven Usta için de yapıldı.
Yukarıda sıraladığımız ve daha başka sorunların çözümü için direniyoruz. Slogan atıyor, kapı dövüyoruz. Yapılan hak gasplarına tepkimizi gösteriyoruz. Sorunların çözülmesini istiyoruz. Yaptığımız eylemler meşrudur. Ancak hapishane idaresi bunlara karşı soruşturma açıyor ve sonrasında bizlere çeşitli disiplin cezaları veriliyor. Bu yüzden Bekir Şimşek ve Cem Göçer, 30 yıllık tutsaklık süresini doldurmuş olmalarına rağmen disiplin cezaları bahane edilerek infazları yakıldı ve bu yüzden tahliye edilmiyorlar. Bu arada, Servet Göçmen, Şerif Turunç, Zeki Demir, Hacı Demir, Rıza Özçolak, Remzi Uçucu, İsmet Özdemir, Cemal Yaşar, Güven Usta’ya çeşitli disiplin cezaları verildi ve kesinleşenler infaz edildi.
Diğer hak gaspları ise şöyle: Tutsakların hastane sevkleri jandarma tarafından çeşitli bahanelerle geciktiriliyor. Ağırlaştırılmış müebbet almış kişilerin 3 saat olan havalandırma süresi, burada 2 saat olarak uygulanıyor. İsmet Özdemir’in arkadaş görüşçüsü olarak bildirdiği Emrullah Sevimli, hapishane idaresi tarafından keyfi olarak kabul edilmedi. Rıza Özçolak’a posta yoluyla gelen üç adet rapido çizim kalemine mahkeme kararı olmasına rağmen el konuldu ve kendisine verilmedi. Görüş saatlerimiz 1.5 saat olmasına rağmen, bir saat olarak uygulanıyor. Kapşonlu hırkadan akort cihazına, el işi malzemelerinden daksile kadar birçok şeyi yasaklıyorlar.”
* * *
Halen Kobanê kumpas davasında tutuklu olarak yargılanmakta olan HDP eski MYK üyesi Bülent Parmaksız, 17 Ocak 2024 tarihli mektubunda şöyle diyor: “Yeni çıkan ‘Gezi ve Kobani’ isimli kitabımla ilgili bir tanıtım yazısı yazmışsın. Eline sağlık. Medyada sanırım bu konuda başkaca bir değerlendirme yazısı yazılmadı. Oysa Birgün dahil olmak üzere pek çok yere kitap ulaştırıldı. Konu aslında çok güncel. Gezi ve Kobani ilişkisiyle ilgili çıkan bir kitabı sol çevreler tamamen görmezden geliyorlar. Kuşkusuz bunun nedeni çok açık. Kobani ile birlikte değerlendirildiği/ilişkilendirildiği için.
Kobani ve Kürt meselesiyle ilgili her şeyden koşarcasına kaçıyorlar. Kitabı Türkiyeli/sosyalist bir Türk yazsa bile sonuç değişmiyor. Yine de derin kuyuların yalnızlığına mahkûm ediyorlar. Egemenlerin tavrı belli. ‘Yokmuş’ gibi farz ediyorlar. Kobani davasında da niyetleri ceza vermek. Onlar açısından bu anlaşılabilir bir durum. Doğaları/çıkarları bunu gerektiriyor. Fakat sol çevrelerin tavrı da neredeyse buna benziyor. Onlar da, ‘düşünmezsen sorun çıkmaz’ söylemine yakın düşünüyor ve davranıyor.
Kitap, Gezi’yi onore etse bile durum değişmiyor. Kobani ile ilişkilendirildiği anda Gezi’den bile vazgeçiyorlar. Hem egemenler hem de Sol’un bir kısmının tavrı ne yazık ki, fazlasıyla örtüşüyor. Bu çok can sıkıcı bir durum. Öte yandan, Kürt medyasının tavrı da sanki çok farklı değil gibi. Onlar da -sen olmasan- görmezden gelecekti. Kürt siyasetinden birileri değil de, sosyalist bir Türkiyeli muhalif yazdığı için onlar da yeterince ilgi göstermeyecekti büyük ihtimalle. Arada/arafta kaldım!
Halbuki kitapta anlatılan konular, iki halk arasındaki ilişkiler itibariyle çok kritik. Milliyetçi boğazlaşma ihtimalinin her geçen gün arttığı bir süreçte, kitap, Türk-Kürt kardeşliğinden dem vuruyor. Bu yanıyla, denizde damla bile olsa, iki halkın ilişkisini geliştirmeye hizmet ediyor. Gerilimlerin bu denli arttığı bir ortamda kardeşliğe vurgu önemli. Kitap, kısmen de olsa bu boşluğu dolduruyor. İkinci olarak Gezi ile Kobani davaları simgesel yanları itibariyle Türkiye’de şu anda en göz önünde olan davalar. Dolayısıyla Kürt meselesinin tartışılabilmesine zemin hazırladığı için her iki davaya gösterilen ilginin düzeyi önemli. Kitap bu yanıyla her iki halk arasındaki ilişkileri işaret ediyor; bu ilişkilerin güçlendirilmesini istiyor.”
* * *
Bolu F Tipi Cezaevi’nde bulunan Adnan Sayak, geçen hafta bana ulaşan mektubunda şöyle diyor: “17 Ocak 2024 Çarşamba günü odamızda rutin arama yapıldı. Yıllardır o şekilde üzerinde namaz kıldığım seccadeye diktiğim battaniye fazladır diye benden alındı. Kendilerine “ben onun üzerinde namaz kılıyorum. Dizlerim, damar ve kemiklerimden çeşitli hastalıklarım var. Ameliyat oldum. Havalar ve burası beton zemin olduğu için soğuktur,” dedim. Allah’ın adını vermeme ve onca dil dökmeme rağmen, seccadeden battaniyeyi söküp götürdüler.
Yaşım 60’ı geçiyor. Elbette battaniye fazla olursa götürsünler. Fakat o battaniye fazla değil. Bunun üzerinde namaz kılmak için yıllarca kullanıyordum. Onca aramada bakıldı ama götürülmedi. Çünkü üzerinde namaz kıldığımı biliyorlardı ve insani, vicdani saygı gereği götürmediler. Yine geçen ayki genel aramada Kur’an-ı Kerim’i yatağa bırakıp, üzerine de diğer eşyalarımı attılar. Abdestsiz Kur’an’a dokunmak günahtır. Ne kadar biliyor ya da bilmiyorlar bilmiyorum ama bu iki tutum yan yana gelince insan düşünmeden de edemiyor.
Seccadenin battaniyeye dikilmesi ve alınmasına ilişkin iki yıl önce Adalet Bakanlığı’na bir dilekçe yazarak durumu aktardım ama cevap alamadım. Müslüman Kürt yurtseveri olunca yaklaşım da farklı oluyor galiba. Bir de iktidar kendisine Müslümanım diye toz kondurmuyor! Bu yapılanlar Müslümanlığa hiç yakışıyor mu? Onları Allah’a havale ediyorum!”
* * *
Burhaniye T Tipi Cezaevi’nden İzmir-Kırıklar Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne sürgün edilen gazeteci arkadaşlarımızdan Kenan Karavil’in mektubuna -yeterince uzun değinebilmek amacıyla- gelecek haftaki köşemde yer vereceğim!
MEKTUBU GELENLER:
Leyla Güven – Sincan Kadın Kapalı Cezaevi
Adnan Sayak – Bolu F Tipi Cezaevi
Güven Usta – Kırıklar 1 nolu F Tipi Cezaevi
Kenan Karavil – Kırıklar Yüksek Güvenlikli CİK
Bülent Parmaksız – Sincan 2 nolu F Tipi Cezaevi
Emin Çeçi – Sincan 2 nolu Yüksek Güvenlikli CİK