Olursa bu kadar rastlantı olur yani! Haber, tam da 1 Mayıs 1979 günü, Metal İşçileri Sendikası’nın Vila Euclides stadyumundaki ünlü mitinginin ortasında gelmişti. Bir anda yaklaşık yüz bin işçi ayağa kalktı ve coşkuyla alkışlamaya başladı. Evet, belki birinin ölümünden bu kadar sevinç duymak biraz zalimceydi ama eh, ölen de az değildi hani!
Sergio Paranhos Fleury… Bir polis müdürü. Ama daha önemlisi, askeri diktatörlük yıllarında kötü şöhretiyle tanınan “Brezilya Siyasi ve Sosyal Düzen Departmanı”nın (DOPS) şefiydi o. Böyle ‘Departman’ gibi sözcüklerle söylenince kibar ve temiz duruyor sanki ama aslında bahsedilen şey, bir mezbahadan ibaret. Onlarca devrimcinin ve muhalifin katledildiği bir işkencehane…
Doğuştan polis ve katil
Carlos Marighella’nın da katili olan Fleury, Rio de Janeiro’da, bir adli tabibin oğlu olarak dünyaya gelmişti ama sanki genlerinde polislik varmış gibi daha 17 yaşındayken yedek memur olarak Emniyet teşkilatına alınmayı başarmış ve Sao Paulo’daki DOPS içinde hızla yükselmişti. Önceleri gece devriyesindeydi. 1958’de, en azgın memurları etrafına toplayıp bir ekibin başına geçti ve daha o günlerden adli suçlulara yönelik infazlarıyla tanındı. Ama asıl şöhreti, 1964’teki askeri darbeden sonraki yıllarda silahlı sol örgütlere karşı bir ekibin şefliğine getirilmesiyle yakaladı.
Fleury, işin başına geçer geçmez, muhalefet hareketlerini bastırmak için kullanılan teknik izleme yöntemlerini bir yana bıraktı ve doğrudan işkence ve vahşeti öne çıkardı. Politik eylem ya da politik suç diye bir şey tanımıyordu o. Yöntemi basitti: “Birini tutukladığımızda ve bir arkadaşı olduğunu bildiğimizde, bizi diğerinin yaşadığı eve götürmesi için onu zorlarız. Oraya gider, kapıyı çalar. Diğeri ‘kim o?’ diye sorduğunda haydut ‘benim’ diye cevap verir ve biz içeri dalarız.
Her şey meşru
Anahtar kelime buydu işte: Zorlamak! Elektrik, dayak, pencereden fırlatmak, boğmak, jiletle derileri doğramak… Fleury’nin şefliğinde 12 yılda 3 binden fazla adli ve siyasi tutukluyu katleden Esquadrao da Morte (Ölüm Timi) böyle çalışıyordu işte. Gözaltına alınanlardan çoğu öldürülüyor ve ortadan kaybediliyordu. 1968 Ekim ayında Ulusal Öğrenci Birliği (UNE) Kongresi’nin dağıtılmasında yaklaşık 900 öğrencinin tutuklanması, Lapa Katliamı diye bilinen olayda Brezilya Komünist Partisi’nin Merkez Komitesi’nin basılarak ikisinin orada, birinin de işkencede katledilmesi gibi olayların tümünde Fleury başroldeydi.
İşi o kadar azıtmıştı ki, örneğin 17 Haziran 1970’te bir polis memurunun öldürülmesinden sonra “Bire on alacağız” deyip, ekibiyle Tiradentes Hapishanesi’ne girerek önce 5 mahkûmu katletmiş, ardından 5 mahkûm daha cezaevi yakınlarındaki çalılıklarda kurşunlanmış olarak bulunmuştu.
Carlos Marighella’yı silahsızken katleden de oydu. Hakikatleri Araştırma Komisyonu Raporu’nda yer alan adli tabip Nelson Massini’nin tespitleri, Fleury’nin yöntemini açıkça ortaya koyuyordu: “Cesedin konumu doğal değil, zorlamadır, bu da cesedin aracın arka koltuğuna yerleştirildiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bay Marighella’nın vücuduna isabet eden mermilerin, kullandığı aracın yanında karşılığı yok. Marighella, polis tarafından yakın mesafeden vurularak arabaya yerleştirilmiştir.”
Bir Marinası eksik!
Tabii bu arada, bizde de olduğu gibi “bal tutan parmağını yalar” kuralı gereği Fleury, uyuşturucu kartellerinin muhafızlığından, mafya tetikçiliğine kadar her taşın altından çıkıyordu. 1968’de Domiciano Antunes Filho isimli bir uyuşturucu baronunu rakip kartelin emriyle öldürdüğü için soruşturmaya uğradıysa da “Fleury Yasası” olarak tarihe geçen özel bir afla paçayı kurtardı. Daha sonrasında da savcılar onu 42 infazdan ötürü suçladı ama olan savcılara oldu; görevden alındılar. Eski Cumhurbaşkanı João Goulart’ın öldürülmesi emrinin Fleury’den geldiği suçlaması bile onu yerinden etmedi. Bu arada, devletten aldığı madalyaları koyacak yer bulamaz hale gelmişti!
Ama her şeyin de bir sonu vardı tabii. Nihayet, 70’li yılların ikinci yarısında, onun da “son kullanma süresi” doldu. Eski DOPS polisi Claudio Guerra’nın anlatımıyla Fleury, “Artık kimseye itaat etmeyen, iş adamlarından haraç toplayarak zenginleşen bir adam” olmuştu ve bizzat dikta liderinin de bulunduğu bir toplantıda, hakkında söylenenler şöyleydi: “O bir haydut. Çok hizmet verdi ve çok şey biliyor.”
Guerra, geri kalanını şöyle anlatıyor: “Fleury ölmek zorundaydı. Bu, Sao Paulo’daki topluluğumuz tarafından Baby Beef restoranında yapılan toplantıda oybirliğiyle alınan bir karardı.” Böylece Fleury, teknesinden düşüp “boğularak” öldü! Otopsi bile yapılmadı. İronik bir şekilde ölüm belgesini yazan kişi, 1975’te işkenceyle öldürülen Vladimir Herzog’un ‘intihar’ raporunu Fleury’nin emriyle hazırlayan Doktor Harry Shibata’ydı!
Neyse işte… Su testisi ve su yolu… Yine de öldüğü günün tarihi belki onun gibi biri için şans sayılabilir: 1 Mayıs 1979!
Düşünsenize, ölüm haberi yüz binler tarafından alkışlanan kaç kişi vardır ki şu dünyada?