Söylemediği sözler nedeniyle hakkında linç başlatılan Erdoğan, ‘Söylemediğim cümleler doğrulandı. Benim bile farkında olmadığım olmadığım öyle bir Kürt nefreti çıktı ki toplumda, dudak uçuklatıcıydı” dedi
Yazar Aslı Erdoğan’ın, İtalyan La Repubblica’ya verdiği bir röportajı hatalı şekilde çeviren Belçika’daki Le Soir gazetesi, yaklaşık iki yıldır Almanya’da yaşayan yazarın, “Türklere okula başlar başlamaz Kürtlerden nefret edilmesi öğretiliyor” dediğini yazmıştı. Türk basınında çok sayıda haber sitesi ve gazetenin, Erdoğan’ın söylediği iddiasıyla bu sözleri yayımlamasının ardından yazara yönelik sosyal medyadan linç kampanyası başlatılmıştı. Hatasını kabul eden Le Soir ise tekzip yayımlayıp Erdoğan’dan özür dilemişti. Erdoğan, DW Türkçe’den Aydın Üstünel’in sorularına şu yanıtları verdi:
DW Türkçe: Söylediğiniz değil, söylemediğiniz sözler üzerinden linç girişimine maruz kalmak nasıl bir his?
Linç girişimi değil, linçti diyelim isterseniz. Çok ağır ve çok edepsiz bir linçti. Bir yazarın başına gelebilecek hem en acı hem de en ironik olaylardan biri. Yani ben sekiz kitap yazdım, on binlerce cümle kurdum. Hiçbiri böylesine tepki çekmedi. Ama bana ait olmayan iki cümle birdenbire bir şekilde insanların önüne atıldı. Ve bence olup bitenler çok acı ve gerçekten de içler acısı bir durumda olduğumuzu gösteriyor. Basın için mi konuşayım; siyasi çevreler için mi; internette yazanlar için mi?… Hakikaten toplum olarak çok aşağılara düştük, öyle diyeyim kendimi de içine katarak.
İki cümleden bahsediyorsunuz. “HDP dışındaki tüm parlamenterler, tüm vekiller teröristtir” dediğiniz de iddia edildi…
Bu kadar komik olur yani. Hem de bir önceki cümleye bakarsanız, tam benim kurduğum cümle şuydu: “Parlamentodaki bütün partiler – HDP dışındaki – Kürt kuruluşlarını terörist olarak nitelendiriyor.” Benim cümlem sadece bu. Son derece yalın ve kimsenin itiraz etmeyeceği bir cümle. Bunun ardından “Bütün parlamenterler terröristtir” cümlesi geliyor. E, belli ki çok ciddi, 180 derecelik bir söylem değişikliği var. Aklı başında kimse de “Parlamenterler teröristtir” cümlesini basına kurmaz, insan kendi odasında diyebilir bunları. Bir hata olduğu o kadar açık ki. Bunun bir kişinin bile aklına gelmemiş olması nasıl bir kötü niyettir, nasıl bir linç etme arzusudur, nasıl bir Aslı Erdoğan’a mı yönelik, kadın yazarlara mı yönelik, Kürt meselesine mi yönelik, nasıl bir nefret patlamasıdır bu ki gözünün önündeki koca dağ gibi şeyi göremiyorsun. Ve bir kişi bile telefonla beni arayıp soramadı mı, “Siz ne demek istediniz burada? Niye parlamenterlere terörist diyorsunuz? Terörist derken neyi kastediyorsunuz?” ki ben hayatımda bir kez olsun terörist sözcüğünü kullanmadım. Son derece içi boşaltılmış bir söylem. Özellikle Türkiye’deki iktidar, “Türkiye’de 6 milyon terörist var” dedi. Ben teröristlikle suçlandım. Aynı jargonu kullanıp aynı düzeye tabii ki düşmem. Fakat işin daha da ilginç kısmı bu cümle. Bu cümleyi okuyunca Le Soir’da, korktum. Hakikaten dava açabilirlerdi. Bu cümle o kadar tepki çekmedi. Buna da geldi ama hani zoraki… Artık başka bir şey kalmayınca ellerinde. Asıl tepki çeken cümle ise çok daha hafif. Bence yanlış bir cümle çünkü benim söylediklerim bire bir bu değil. La Repubblica’daki orijinal söyleşinin başlığı: “Bizlere Kürt düşmanlar endoktrine ediliyor”. Şimdi bu “Bize Kürt nefreti öğretiliyor”dan çok farklı bir şey. Kaldı ki bu cümle de bana ait değil. Kendisi (muhabir Marco Ansaldo) de bunu iki kez kabul etti. Çünkü adamı da defalarca teyit.org’dan şuradan buradan aramışlar. “Hayır, bu benim yorumum” dedi. Benim o soruya verdiğim yanıtta Kürt sözcüğü bile geçmiyor. Ve tam da bu çizgide konuşuyorum. Evet, bizim eğitimimiz militaristti, şovenistti. Kürt sözcüğü de geçmezdi bizim için. Benim zamanımda Kürtler diye bir halkın varlığı henüz kabul edilmemişti. Ben olsam, ben o başlığı atsam, şöyle atardım: “Bize düşmanlar endoktrine ediliyor”. Benim dediğim tam bu. Güzel bir cümle kurmuş ama oraya Kürt’ü yersiz koymuş. Belki sansasyonel amaçlarla koydu. Belki kendimi anlatamadım, sonuçta bir telefon röportajıydı bu. İngilizceydi, ikimize de ait olmayan bir dilde. Diyelim, tamam, o yanlış anladı. Le Soir iyice çarpıtmış. Fakat en çarpıtılmış hâlinde bile bir ülkeyi galeyana getirecek ne var, açıkçası ben göremiyorum. “Aslı Erdoğan, yanılıyorsun” dersin geçersin. Bu söylenmemiş cümleye öyle bir tepki yağdı ki hakikaten cümle doğrulandı. Benim bile farkında olmadığım öyle bir Kürt nefreti çıktı ki toplumda, dudak uçuklatıcıydı. Yani “Gerçekten de biz Kürtlerden nefret ediyormuşuz” der şimdi aklı başında kim olsa. Maalesef bu cümleyi sizler doğruladınız. Ve artık bunu da inkâr edemeyecek kadar rezil yerlere düştünüz. Şimdi artık durup bir yüzleşelim. Biz niye Aslı Erdoğan’dan bu kadar nefret ettik? Biz niye Kürtler denince cinnet geçiriyoruz?
En hızlı gelen tepkiler arasında “Aslı Erdoğan ülkesini kötüleyerek ün peşinde”, “Türkiye’yi satıyor” gibi cümleler vardı. Türkiye’deki bu refleksi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, bu da aslında bizim nasyonel şovenist dediğim eğitim sistemimize kadar gidiyor. Biz sanki, bütün dünya bize düşman, herkesin derdi gücü bize komplo kurmak, yemeyip içmeyip bunu nasıl yaparız diye planlar kuruyorlar ve bütün dünya da bizden bunu talep ediyor. Yok böyle bir dünya. Hakikaten, nereden buna inandınız? Dediğim gibi yarı şaka bir yanıt ama Türkiye’yi satmaya kalksam bile, hani hangi alıcısı var Allah aşkına? Türkiye’nin Suriye’ye son saldırısını Robert De Niro’dan Noam Chomsky’ye binlerce kişi çok sert eleştirdi. Bu insanların ne Aslı Erdoğan’ın cümlesine ihtiyacı var, ne bunun… Bir de şu konuda çok yanılıyorlar: Benim üne kavuşmak gibi bir niyetim yoktu. Cezaevine girmeden önce de epeyce önemli ödüller almıştım. 11 dile çevrilmiştim, Kafka ile Arto ile kıyaslanmıştım… Bunları söylemek zorundayım. Biraz ayıp ama bu topluma maalesef bunları söylemek zorundayız… Cezaevine atarak bana öyle büyük bir vahşet uyguladılar ki hiç istemeden ünlü oldum. Onların vahşetine o kadar tepki yağdı ki… Ve ben bu siyasi kimliğimin, kurban kimliğimin edebiyatımın önüne çıkmasından da son derece rahatsızım. Sadece kitaplarımla konuşulmayı her aklı başında yazar gibi tercih ederdim. Yani biz yazarların ünlü olmaya çalıştığı gibi ön yargıların hepsi var. Tanımadığınız insanlar hakkında nereden bu kadar kesin ve koca yargılarla konuşuyorsunuz? Bir yazarı tanımak çok kolaydır. Bir kitabını alır, iki sayfasını okursun. Ondan sonra bir cümle kurarsın.
‘Toplumdaki kadın düşmanlığı ortaya çıktı’
Türkiye’de yaşayan 75 yaşındaki anneniz, olanlardan nasıl etkilendi?
Annem çok daha ağır yaşadı tabii. Ben bir ölçüde yurt dışında olmam nedeniyle, bir ölçüde, internete neredeyse hiç girmeyişim nedeniyle, bir de sağlık sorunlarım yüzünden hakikaten – iki buçuk aydır hiç internete bile girmiyorum – bir ölçüde korundum. Belki geç haberdar olmak, geç tepki vermeme de yol açtı ama bu sözler bana değmedi bile çünkü çoğunu okumadım. Ama annem daha çok maruz kaldı. Hem de Türkiye’de, yakınında, sağından solundan sürekli tepkiler, telefonlar yağıyor. Adresi verilmiş internette. Annem de koyu CHP’lidir bu arada. Politik görüşlerimiz de çok paralel değil, yani ayrışırız. 75 yaşında bir kadına “fahişeydi, orospuydu” gibi laflar gitmesi – hem de kızının etmediği bir cümle yüzünden – tam bir düşkünleşme hâli. Bu erkek dili bir de üstelik. Bana uygulanan linçte bir de bu erkeksi yön çok ağırdı. Tam belden aşağıyaydı. Tam böyle küçümseme hâli. (Milli Eğitim) Bakan Yardımcısı’nda da o var: “Sen de kimsin ki?” Bir erkek yazara böyle hitap edeceğini sanmıyorum. Bütün toplumdaki o gizli kadın düşmanlığı, kadın küçümsemesi, o da çıktı ortaya. Dediğim gibi bu güzel bir ayna oldu hakikaten. Kendilerinin parlattıkları bir aynayı kendi yüzlerine tuttular.
DW Türkçe