Lisa Çalan anlatıyor: ‘Birileri bize bakıp haline şükrediyor. Buna öfkeleniyorum. Biz, onlar haline şükretsin diye var değiliz. Asıl engellilik anlamı olmayan yaşam. Kameramı anlamsız yaşayan ‘sağlam’ ama ‘anlam engellilerine’ yöneltmek isterdim’
Gülcan Dereli
Kürt yönetmen Lisa Çalan, senarist, oyuncu ve sanat yönetmeni aynı zamanda. Ortadoğu Sinema Akademisi üyesi. Bir kısa filmi var, birkaç uzun metrajlı film ve belgesel çalışmaları var. Hayat dolu bir kadın. Muhteşem bir enerjiye sahip Lisa Çalan ile çok rahat iletişim kurabilirsiniz. Kendisiyle ikinci görüşmem olmasına rağmen yıllardır tanışıyor gibi hissettiriyor. En çok da “Sılav keçe” demesini sevdim. Mücadele dolu bir kadın, tedavi süreci devam ediyor. Açık yaralarına, çektiği acıya rağmen mücadele ediyor. Ne acıya ne de sisteme boyun eğiyor. Yaşam mücadelesinden asla vazgeçmiyor. Direngenliği her kelimesine yansıyor ve şöyle diyor: “Direnmek bizim kültürümüzde var. Öğrenilen bir şey değil kendiliğinden var. Bu coğrafyada başka şansımız yok.”
Öyle, Diyarbakır’da 5 Haziran 2015’teki HDP mitingine yönelik IŞİD’in bombalı saldırısında iki bacağını kaybetti. Şimdi 2 mekanik (titanyum) bacağı var. Defalarca ameliyat oldu. Hala açık yaraları var. Ama mücadeleden vazgeçmedi. Aksine daha da sarıldı hayata. Lisa Çalan, şöyle diyor: Ben yaşamayı seçtim.
10-16 Mayıs Engelliler Haftası dolayısıyla sorularımızı yanıtlayan Lisa Çalan, birçok sorunla karşılaşmış. Mesela Ankara’da bir belediye otobüsü Lisa Çalan yanındakilerin yardımı ile tekerlekli sandalyeyle otobüse binmeye çalışırken otobüs hızla basıp gitmiş. Lisa Çalan havada kalmış. Mesela birçok kez taksiye bindiğinde çok gezdirilmiş hatta bir keresinde koltuk değneklerini unutmuş, sürekli bindiği taksi durağını aramış ve koltuk değneklerini bindiği takside unuttuğunu söylemiş. Ve aradığında aldığı yanıtı şöyle anlatıyor: “Değneklerimi takside unuttuğumu söyledim. İhtiyacı olana verdik dediler. Benden daha ihtiyacı olan kim olabilir.” Bunlar Lisa Çalan’ın maruz kaldığı sadece birkaç örnek. Ama o ille de 8 Mart’a katılmaktan, halay çekmekten, dans etmekten vazgeçmeyen biri. İşte Lisa Çalan ile söyleşimiz…
- Karantina süreci nasıl geçiyor?
Öncelikle Engelli Haftasına dair birkaç şey söylemek istiyorum; aslında engelli olan bizler değiliz; bizlere engel yaratan diğer insanlar yüzünden bize engelli diyorlar, açıkçası dezavantaj kelimesi kullanmak daha doğru olur. Bunu daha önce de birçok kere söyledim yine söyleyeceğim. Yarın da yine aynı şeyleri söyleyeceğim bizler engelli değiliz, bizler empati kuramayan diğer insanlar yüzünden engellerle karşılaşan dezavantajlı bireyleriz. Üstelik herkes bir dezavantaj adayı olabilir yani insanın başına her an her şey gelebilir; daha önce de sana belirtmiştim benim için bir şey fark etmiyor. Yani karantina süreci için söylüyorum.
Ben ve benim gibi birçok insan zaten kendi evinde karantina sürecinde yaşıyor. Bizler için bir şey değişmedi yani. Bu ülkede yaşayan dezavantajlar zaten karantina hayatı yaşıyorlar yani toplumdan tamamen soyutlanmış bir şekilde… Haliyle bu sürecin insanlar üzerindeki etkisinin daha çok anlayışlı ve empati olabileceğini düşündüm. Ama birçok konuda yanıldığımı gördüm! Çünkü insanlar başkasının dezavantaj halini kendi haline şükreder bir anlam çıkartıyor, bununla defalarca karşılaştım.
Maalesef bu tarz insanlar her köşede, hayatın her yerinde insanın karşısına çıkıyor. Ben bununla defalarca karşılaştım, defalarca yüzleşmek zorunda kaldım. Yazık kendi hayatlarında anlam bulamama hali, anlamsızlık hatta dirençsizlik halini kendilerini benle ya da kendisinden daha “beter halde” olan bireylerde bulmaya çalışıyorlar. Yani hayatları o kadar anlamsız ve o kadar yoksun geçiyor ki bu tarz durumlarda kendilerinin farkına varıyorlar.
- Genel anlamda toplumun bilincini nasıl buluyorsun? Biraz kızgınlıkların veya öfkelerin mi var?
Kendimi sansürlemek istemiyorum. Toplumun sürekli kendini engelli bireylerle kıyaslama biçimi kendi haline şükretme biçimi var. Mesela biz dezavantajlı insanlar çok daha farklı anlamlar yaratabiliyoruz hayatlarımızda. Ve hayat onlar için anlamlı olduğu için bu kadar direniyorlar. Her şeye rağmen devam etme arzusuna sahipler. Mesela bir bütün olarak bir uzuv kaybı olmayan, zihinsel bir engeli olmayan dezavantajlı halde olmayan bireyler çok rahatlıkla dezavantajlı insanları üzerinden kendi haline şükredebiliyor. Yani ben ona beter hali hatırlatıyorum. Ben bu noktada çok kızıyorum insanlara hatta acıyorum da o kadar zavallılar ki hayatları, o kadar anlamsız ve hiçbir şekilde anlam yükleyemedikleri için başkalarının engelleri üzerinde kendilerini var ediyorlar. Kendilerini, varlıklarını hatırlıyorlar. Kızdığım nokta biraz bu. Ben birinin kendisini hatırlaması için var olan biri değilim yani gerçekten çok zavallılar ve çok karşılaşıyoruz. Kendi hayatını senin hayatın ile kıyaslayıp şükretme biçimi insanı rahatsız ediyor.
- Hayata çaresiz yaklaşımları nasıl yorumluyorsun?
Bir engelin ötesinde hayatın kayıp olan anlamı üzerine bir şey yapmak isterdim. Bu insanların hayatındaki en büyük kayıp anlam eksikliğidir. Hayatlarına devam edebilmek için tek bir noktasında hiçbir anlam çıkaramamış insanlar nasıl yaşayabiliyor. Ben bu hali anlayamıyorum. Birçok zaman şey diyorum. Benim hani 2 bacağım olsaydı çok farklı olurdu. Farklı şeyler yapardım. Bunu iki bacağımı kaybettiğim için söylemiyorum. Ben daha önce de zaten çok 2 bacağının farkında olan bir insandım. Çıplak ayakla yürüyebiliyordum. Gayet de farkındaydım ayaklarımın benim hayatımda ne kadar önemli olduğunun, hayatımda bir anlam vardı. Hatta o anlam gittikçe büyüdü yani. Ben şeyi algılayamıyorum; insanların kendilerini bırakma halini, böyle her şeyden vazgeçme halini, anlamsız bir noktadan bakma hallerini anlayamıyorum. Bunu gerçekten söylüyorum. Hiçbir şekilde anlamıyorum. Hele ki bu coğrafyada çok lüks bir şey bu böyle benim anlayabileceğim bir nokta değil; bu yüzden çekeceksem hani karantina sürecinde böyle hayatında hiçbir anlam olmayan insanların nasıl yaşayabildiğini, nasıl devam edebildiğini çekmek isterdim.
Biz dezavantajlılar bir şekilde anlam bulabiliyoruz. Hayat bizim için anlamlı. Yürüyemeyen insanın 2 metre yürümesi anlamlı, göremeyen bir insanın bir kitaba dokunabilmesi, onu anlayabilmesi anlamlıdır. Bir sürü örnek verebilirim bunun için, tüm bunları yapıp hayatın anlamına varamamış insanları gerçekten anlayamıyorum.
- Bir engelli filmi çekseydin bu korona günlerini içeren, engelliler kamerana nasıl yansırdı?
Eğer bir film çekmem gerekiyorsa yani bu süreçte karantina halinde o insanları çekmek isterdim. Kendi evlerinde o anlamsız yaşamlarını, zayıflıklarını, yaşama karşı dirençsiz olmayı nasıl becerebildiklerini çekmek isterdim. Ve insanlara bunu göstermek isterdim. Bir bütün iken fiziksel hiçbir eksikliği yokken ama hayatının bir noktasında herhangi bir anlam bulamayan, devam edebilmek için direnemeyen insanların karantina süreçlerini çekmek isterdim (bu anlayamadığım bir durum) açıkçası. Zira anlamsız olan bir hayat, amaçsız olan bir hayat nasıl yaşamaya değer bilmiyorum. Asıl kayıp bence uzuv veya herhangi bir engel değildir tamamen anlamsız bir hayat sürdürmektir…
Sinemaya gelecek olursan ben daha toplumda bir birey olamadım. Bırak mesleki açıdan, bilmiyorum bunu söylemek ne kadar doğru ama çok görünür değilim; bu anlamda sadece kendi adıma da söylemeyeyim bunu bütün dezavantajlı bireyler için söylüyorum yani oyunculuk anlamında bu anlamda mesela bir engelliyi bir sağlam insan oynayabiliyor. Oysa bir engelliyi, tekerlikle sandalyede yaşayan birini, tekerlekli sandalyede yaşayan biri de oynayabilir.
Hatta daha samimi olur. Haliyle zaten toplumun her alanında çok eksik var. Hele ki en acımasız olan yer bence medya. Aynı zamanda medya birçok şeyi meşrulaştırıyor toplumda. Yani görünmeyen kesim toplumda da görünmez bir hale geliyor medya ile beraber. Oysa ki çok daha farklı bir noktaya gelebilir yani. Engelli bireyler de çok iyi filmlerde oynayabilir, iyi film çekebilirler, sanatın birçok alanında yer alabilirler. Bu böyle sosyal farkındalık yaratmak için değil olması gerektiği gibi eşit bir biçimde yapılmalı. Şimdi birçok insan bu anlamda çok büyük iddialarda bulunuyor eşit haklar üzerinde ama emin ol ki sen de kendi ailenden biliyorsundur, maalesef bu eşitlik bir türlü sağlanamıyor. Yani sen sürekli kendini topluma kanıtlamak zorunda kalıyorsun. Onlarla eşit nokta olabilmeyi gösterebilmek için baştan sona bir sürü problem var. Böyle geçmiş filmlere baktığımız da bir cüce toplumda hep cücelerden korkulmuştur. Bir eksiklik gibi aktarılmıştır filmlerde. Keza kamburlar yine öyle, tekerlekli sandalyelerde yaşayan insanlar yine öyle. Filmlerde çok öyle arka planlarda korkulan bireyler olarak gösterildi ve bütün bunları değiştirmek lazım. Küçük küçük, kökten değiştirmek lazım. Hem eğitim anlamında, hem evin içindeki ebeveyn eğitimi dahil bunu çocuklarımıza anlatabilmemiz lazım.
5 Haziran 2015
5 Haziran 2015 tarihinde yerel saatle 17:55’te Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) Diyarbakır’daki seçim mitinginde IŞİD bomba yerleştirdi ve 2 patlama yaşandı. HDP’nin Diyarbakır’daki İstasyon Meydanı’nda birinci patlama meydana geldi. Çok daha büyük gürültüyle patlayan ikinci bombadan sonra yaşanan kısa süreli kargaşanın ardından halk meydanı boşaltmaya başladı. Bunun ardından polis meydanı boşaltmaya çalışan sivillere gözyaşartıcı gazla saldırdı. Tıpkı Ankara Katliamı IŞİD’ın saldırısı sonrası polisin meydana gaz bombası atması gibi… Haziran 2015 Türkiye genel seçimlerinden iki gün önce düzenlenen saldırıda 5 kişi öldü, 400’ün üzerinde kişi de yaralandı.
HDP’nin 5 Haziran 2015 Diyarbakır mitingine IŞİD’in gerçekleştirdiği bombalı saldırıda iki bacağını kaybeden yönetmen Lisa Çalan, o an sahnede ‘Hevalno koridor vekin’ denildiğini duyduğunu ve kendisinin içinden kızdığını belirterek şunu söylüyor: Heval Şêrko bombe teqiya!.. (Arkadaşım Şêrko bomba patladı)
LİSA ÇALAN
Kürt yönetmen Lisa Çalan, patlamadan önce Aram Tigran Sinema Akademisi öğrencisiydi, 2016 yılında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı bünyesinde sözleşmeli olarak işe alınmıştı. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi kayyumu Lisa Çalan ile birlikte tiyatro ve müzik sanatçısı sekiz çalışanın işine son verdi. “Ben bir terör mağduruyum ve hakkım olanı almak için sonuna kadar mücadele edeceğim” diyen Lisa Çalan, savunması dahi istenmeden işine son verilmesinin ardından belediyeye dava açtı. Lisa Çalan’ın işten atılması kamuoyunda tepkiye neden olunca kayyum açıklama yaptı. Açıklamada Çalan’ın, “mazeretsiz 45 gün işe gelmediği” öne sürüldü. Kayyum Hasan Basri Güzeloğlu ayrıca bu süreyi, “100 gün” olarak duyurdu. İddiaya yanıt veren Çalan ise, “Beni işe gitmeden maaş almak isteyen biri gibi göstermelerine izin vermeyeceğim. Hakkımı yargıda arayacağım” dedi.