Türkiye, siyasal sistem değişikliği ile yaşanan çöküşün çıkmazlarını yaşıyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yaşadığımız ya da yaşayacağımız kâbusun sadece fragmanı. Sistemi değiştirmek isteyenleri de esir alan kaskatı, karanlık, otoriter bir gelecek inşa ediliyor. Türkiye demokrasisine yönelik çok yoğun ve çok yönlü saldırılar var. Çünkü tahayyül edilen geleceğin tek bir itiraza, kendisinden başka tek bir renge, farklı tek bir sese tahammülü yok. OHAL’di, kayyımdı, KHK’ydi, gözaltı ve tutuklamaydı derken ülke uçuruma sürükleniyor. Çünkü planı kuranların ülke diye bir derdi yok. Ülkeyi ateşe atarak etrafında ısınan bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Saldırıların ana hedefinde HDP ve Kürtler var. Kürtler halledilirse arkasında başka toplumsal kesimler hedefe alınacak. Çünkü otoriter hiçbir saldırının bir dur noktası yok, olamaz. Alman faşizmi Yahudilere karşı saldırılarla start aldı, mayalandı ve ardından da dünyanın başına bela oldu. Faşizm asla başladığı yerde durmaz. Asla sadece toplumun bir kesimini susturmakla kalmaz. Hedef ve başlangıç noktasını da asla rastgele belirlemez, asla öylesine kimseyi hedef almaz. Kürtlerin ve HDP’nin hedef alınmasının çok temel nedenleri var. Birincisi Kürtler toplumun en dinamik kesimini, demokratik gelecek için öncü gücünü oluşturuyor. HDP bu dinamik üzerinde şekillenen ülkenin gerçek muhalefetini temsil ediyor. HDP susturulmadan, Kürtlerin direnci kırılmadan anti-demokratik bir geleceğin kurulmayacağının, planın uygulayıcıları ve sahipleri son derece farkında. Bunu en son 23 Haziran İstanbul seçimlerinde gördüler. O yüzden Kayyım Darbesi sadece belediyelere el koymak olarak tanımlanamaz. Mesele tek başına bir ilçenin, bir ilin kim tarafından yönetileceği değil. Bu saldırının elbette bir talan ve ekonomik sömürü boyutu var ancak asla bunlarla sınırlı değil. Saldırının kapsamı görülmezse, amaçlarının farkına varılmazsa üstesinden de gelinemez.
İkincisi, saldırının zaman ve zemin ilişkisidir. Saldırı geçmişin imha referansları üzerinden şekilleniyor ama bugünle sınırlı değil. Sistem bugün kimin ne yaptığıyla ilgilenmiyor, planını esas olarak yarın kimin nerede duracağı, ne yapacağı üzerine kuruyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi diye tarif edilen ve kodlanan sistem 2023’te dönüşümünü tamamlamak ve topluma hâkim olmak istiyor. Dönüşüm tamamlanırsa Türkiye, 2023’te CHS’yi de mumla arayacak hale gelecek.
Hal böyleyken elbette HDP’nin ne yaptığı ve ne yapacağı önem kazanıyor. HDP halihazırda sadece varlık yokluk mücadelesi vermiyor; inatla ve ısrarla demokrasiyi savunuyor, demokratik geleceği kurtarmaya çalışıyor. Bunun için direniyor, bunun için ülkeyi aydınlatmaya çalışıyor. Tehlikeyi göstermeye herkesi uyarmaya ve mücadele etmeye devam ediyor. Buna rağmen “HDP ne yapacak” sorusu, meseleyi sadece HDP’nin meselesi olarak gören dar bir bakış açısının göstergesidir. Bu soruyu soranlar, yaşadıklarına sadece seyirci olduklarını ilan ediyor. HDP ne yapacak diyenlerin cevaplaması gereken çok basit bir soru var. Bunca saldırıya, hukuksuzluğa, geleceği gasp etme girişimine, yarını karartan bu yaklaşımlara karşı bu kesimler ne yapacak? Nasıl bir tavır geliştirecek? Elbette HDP’nin sorumluluğu var, elbette HDP’ye zengin yol ve yöntemlerle başarılı olma önerileri sunulabilir. Ancak ülkenin dönüp dolaşıp geldiği yer “HDP meclisten çekilsin, yerel yönetimlerden ve siyasetten çekilsin” önerisi olmamalı, olamaz. Bu öneri aynı zamanda AKP’nin gerçekleştirmek istediği sonuca HDP’nin gönüllü bir şekilde rıza göstermesini önermek anlamına gelir.
AKP’nin Suriyeli Kürtlere “30 kilometre sınırdan çekilin, mümkünse görünmez olun, yok olun” dayatmasında bulunduğu bir dönemde HDP’ye de “Siyasetten, yerel yönetimlerden meclisten çekil” demek birbirini tamamlayan talepler değil mi? Kürtler nereye çekilsin, nereden çekilsin? Nereye kadar, ne zamana kadar çekilsin? Kürtlere yaşam alanı ve şansı tanınmıyor. Çekil demek, yok ol demekten farksızdır. Yeryüzü yasaklısı ilan edilen bir halkın çekileceği bir yer bırakılmadı.
HDP’nin bütün bunları değerlendirerek önceki gün açıkladığı deklarasyon yaşananları kapsamlı bir bakış açısıyla ele alıp değerlendirdiğini gösteriyor. Bu bile tek başına kıymetlidir. HDP’nin “siyasetten çekilmiyorum, mücadeleyi yükseltiyorum” kararı bir ülkeyi demokratikleştiren tarihi kararlar, konferans ve kongreler kadar önemli ve tarihidir. HDP esas olarak bu kararla sadece demokratik siyasette ısrar etmiyor, aynı zamanda bu ülkenin geleceğini karanlığa teslim etmeyeceğini de ilan etmiş oluyor. HDP’nin kararı, “teslimiyet yok direniş var” kararıdır. HDP’nin kararı kendisini seyirci pozisyonuna koymuş bütün toplumsal kesimlere eş ve dosta “mücadeleye davet” çağrısıdır. Muhalefete “demokrasiyi sadece ben savunacaksam bu sadece benim sorumluluğumsa siz niye varsınız” sorusunu yöneltmektir. Bu karar Cumhuriyetin 100’üncü yıldönümüne yönelik adım adım örülen karanlık geleceğe karşı Demokratik Cumhuriyeti yaratmaya yönelik çok esaslı bir tutumdur.